Tarihin belirli bir döneminde Avrupa tüm dünyanın merkeziydi ve bu kıtada bir dönem en çok konuşulan ve korkulan ve hatta adına marşlar düzenlenen Türklerdi. Henüz marşı çıkmadı ama yüzyıllar sonra şimdi Çin dünyada en fazla konuşulan ülke. Çin Halk Cumhuriyeti’nin nasıl bu noktaya geldiğini anlamak için 1958-62 yıllarındaki kıtlığa geri dönelim. Yaklaşık 40 Milyon kişi kıtlıktan ölmüştü. Tarihçiler çeşitli nedenler öne sürse de en belirgin olanı Komünist Parti Lideri’nin, Liberal Ülkeleri beğenmemesi ve onları geçebilmek için çılgınlaşmasıdır. Büyük İleri Atılım Projesi kapsamında çılgınlaşılan alanlardan biri de tarım sektörü olmuştu. Kurulan Kooperatif-Çiftlik Komünlerle tarıma yeni bir boyut getirilmiş ve rekabetçi komünler o yıllarda tahminlerin çok altında pirinç rekoltesine ulaşmıştı. Neden olarak ekinleri tüketen serçe türü kuşların olduğu öne sürüldü ve ülkede küçük boyutlu kuşların katliamı başladı. Bunda başarı sağlanınca çekirge sürüleri peydahlandı. Kuraklık ve kötü hava koşulları da buna eşlik etti. Bir grup üretici ise çelik üretimindeki zenginliği fark edince tarlalarında gerekli özeni göstermedi ve etrafta ne kadar çalı çırp, ağaç, koru, orman varsa yakılıp kazan kazan çelik üretilmeye başlandı. Kısacası “fakir, zenginin malını hesap ederken bir kütük çıra yakarmış” atasözümüzde olduğu gibi bu girişimlerle doğanın dengesi de bozuldu. İyi niyetle yapılan işlerin nereye ulaştığının göstergesi olan bu ekolojik denge bozukluğu, köylülerce “üç acı yıl” olarak anılan süreci başlattı. Kıtlıktan ve açlıktan ölenlerin yanında erken ölenlerle beraber 40 milyon değil; 70 Milyon kişinin vefatını bu politikaya fatura eden tarihçiler de oldu.

Fatura bu kadar büyükken tek bir Batılı ülkenin çıkıp da Çin’e ekmek ve pirinç gönderelim demeyişine karşın bugün gelinen noktada bize hayatta hiçbir şeyin garanti olmadığını, hesabın bir şekilde kesileceğini de göstermiyor mu? Ülkemiz de dahil tüm politika yapıcılarının yapması gereken ve dikkat etmesi gereken çok nokta var.

Bağlantılı olaya gelelim ve günümüze dönelim. ABD, önceki gün UNESCO-Eğitim, Bilim ve İşbirliği Teşkilatı’na 600 Milyon Dolar destek sağlayacağını deklare etti. Halbuki ABD ve İsrail, UNESCO’nun 2011’de Filistin’i üye devlet olarak kabul etmesinden sonra fonlamayı kesmiş, eski ABD Başkanı Donald Trump ise, İsrail karşıtı önyargı ve yönetim sorunlarını gerekçe göstererek 2017’de İsrail’le birlikte ABD’nin kurumdan tamamen çekildiğini duyurmamış mıydı? Geri dönüşün tek sebebi kurum içerisinde Çin’in ağırlığını arttırıyor olması. Buradan pek çok fikir adamının da ifade ettiği gibi dünyada yeni bir düzenin kurulduğu apaçık ortada. En önemli bilim ve eğitim projelerinin içerisinde mutlaka olmak isteyen ama bu yüce kurumu da diğerleri gibi “yönetmek” isteyen ABD, eskilerin deyimiyle “çark etti.”

Kendinin sürekli haklı olduğunu savunanlara ve buna uygun politika üretenlere “direnin” mesajı OPEC+ topluluğundan da geliyor. Petrol fiyatlarının artmasını isteyen ABD dışındaki üye ülkeler de ABD’yi dinlemedi, yani direndi. Petrol üretimini kısma kararı aldı. Bir atasözümüz der ki “teraziyi uz tutmayan sonunda ağlar.”

Teraziyi uz tutmayanlara karşı “direnmek” yeni trend.

Kısacası yeni trend Çin.