Komşularına “Kapının önünü süpür!” diyebilmen için, önce kendi kapının önü temiz olmalı! Temiz çevre istiyorsan önce kendi kapının önünü süpür!

“Eleştiriyorum!” derken kişisel hassasiyetlere zarar verilmemeli, haysiyetlerine dil uzatılmamalıdır. Yanlışları eleştiriyor gibi görünerek kişiliğe saldırmak itibar cellatlığıdır.

Neden insanları olumsuz davranışlarından sorumlu tutar, ama iyi davranışlarının hakkını vermeyiz? Birilerinin hatalarını öne çıkarırken, kendi kusurlarımızı neden gizleriz? Yani onların hatalarına gün ışığında büyüteçle bakarken kendi kusurlarımıza gece lambasının kısık ışığında bakarsak ne olur?

Kıyaslama insanın kendini iyi hissetmesini sağlayabilir. Ne var ki, çoğunlukla karşısındakinin kendisini değersiz hissetmesine sebep olur, onu yaralar.

Unutmayalım ki, siz ne kadar hesap tutarsanız, karşınızdakini de o kadar hesapçı yaparsınız!

Yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerden de anlaşılacağı gibi insan ilişkilerinde direncin sebebi kuşkudur. Kuşkuyu yok etmenin yolu güven oluşturmaktır. Güven oluşturmanın ön şartı da açık, dürüst ve şeffaf davranmaktır. Dürüst davranarak sözümüzü tuttuğumuzda, başkalarıyla aramızdaki görünmez duvarlar yıkılır, yerle bir olur. İşte o zaman insanlar bedenen bizimle birlikte oldukları gibi, zihnen ve kalben de yanımızda olurlar.

Organizasyonlarda karşılaşılan küçük problemler anında çözülmediğinde, sürüncemede bırakıldığında ya da sümen altı edildiğinde, zamanla büyük problemlerin ortaya çıkmasının zeminini hazırlar.

Bulunduğumuz topluluk içerisinde yok sayılırsak, varlığımız kaybolursa orada dengeler bozulur. Hayatın doğal akışı içerisinde beklenen samimiyet yerini mekanikleşmeye bırakır. Ait olduğu yapı içerisinde kişinin “kendini” bulmasından daha önemli ne olabilir?

Kalmak için, bir arada olmak için her türlü direnci ve çabayı sarf ettiği halde, gitmekten başka çare bırakılmayanların arkasında ağır konuşulmamalı, hakaretler edilmemeli.

Yolda yürürken nerede yürüdüğümüz değil, nereye yürüdüğümüz önemli demiştik. Lakin yol açanları ve emeklerini asla yok saymamalıyız!

 Ezcümle, şahsen sorumluluk aldığımda, bir yola çıktığımda, Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye Vasiyeti aklıma gelir… Okur, sükûn bulur, ona göre davranmaya çalışırım.

“Ey Oğul!

 Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana… Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana… Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…”

***

Şu an aramızda olmayan arkadaşlardan biri önceki yazıma yaptığı geri bildirimde, “Hocam, çok güzel yazıyorsun da bir türlü ‘biz’ olamadık. Bizi sindiremediniz, bizi bünyeniz kabul etmedi!” diyor…

“Hayır, sevgili kardeşim! Biz birlikte yürümeye, birlikte büyümeye taliptik. Lakin idealler uğruna birlikte olmak yerine bizi kendinize benzetme gayretine girdiniz…”   

Tamam, anladım sorumluluk alanlar hatalı, vasat, bazıları da art niyetli… Kasıtlı olarak yanlış yapıyorlar(!)

Herkes hatalı, herkes kusurlu da, bir ben mi gül suyuyla yıkandım? Ben üzerime düşen sorumlulukları yerine getiriyor muyum? Hiyerarşik yapı içerisinde üzerime düşen görevleri layıkıyla yaptım mı?

Hiçbir sorumluluğu üstlenmeden, sadece hak talebinde bulundum. Beklentilerime karşılık bulamadığımda, ilk sarsıntıda gemiyi terk ettim. Bununla da yetinmeyip, birlikte yürüdüğüm insanlar hakkında, sosyal medya platformlarında hiç tereddüt etmeden, her türlü aşağılayıcı sözcükleri kullanarak, boy boy resimler paylaşarak istifa ettiğimi duyurdum…

Karşılaştığım ilk zorlukta, ilk sarsıntıda kenara mı çekilecektim? Meydanı yakındığım birilerine bırakıp küsüp gidecek miydim? Yoksa mücadele mi edecektim? İdeallerim ne kadar güçlüydü ki(?), ilk sarsıntıda mücadeleden vazgeçtim, ilk fırsatta mücadele alanını terk ettim?

Toplumu değiştirmek için çıktığım yolda kendimde en küçük bir değişikliği gerçekleştiremeden, değerler uğruna mücadele etmek yerine kolay yolu seçip gittim…

Şimdi, geldiğimiz yerde bizden mi vazgeçeceğiz, yoksa ideallerimizden mi?

 “Yeter artık, karanlıktan şikâyet etmeyi bırak. Kalk da Allah aşkına bir mum yak!”

 Edebiyle gidenlere eyvallah!

 Gelirken bir adabımız vardı, giderken de bir edebimiz olsun!...