İsveç’te son dönemlerde yaşananlar bana Stokholm Sendromu olarak bilinen psikolojik duygu bozukluğunu hatırlattı. Stokholm Sendromu, ‘kişilerin bilhassa kendi fikirlerinden daha çok, kendilerini zor durumda bırakan, eziyet eden kişilerin düşüncelerini benimsemesi ve o düşünceleri kendi düşünceleri gibi benimseyip savunma halinde olması’ olarak açıklanır. Kendi başkentinin adıyla psikoloji kitaplarına girmiş sendromu tecrübe eden İsveç’in önceki hallerine bir bakalım.

İskandinavya coğrafyası yüzyıllardır savaş görmemiş ve dünyanın en müreffeh ülkelerinin bulunduğu bir coğrafyadır. Buradaki tek sorun kuzeye gidildikçe yılın 6 ay karanlık 6 ay aydınlık günler yaşamasıyla ilgilidir. İnsanların büyük kısmı buna adapte olmuş gibi görünse de intihar vakalarının dünyada en fazla artış gösterdiği bir coğrafyadır. Ben bundan 20 yıl önce Hem İsveç’in Kuzeyinde hem de Stokholm’de kısa bir süre bulunmuş biri olarak 24 saat aydınlıkta, uykusuzluktan psikolojimin bozulduğunu düşünmüştüm.

Tüm dünya halklarının geleceklerinin tehlikeye atıldığının vurgulandığı ilk ülkedir. 1972’deki “İnsan ve Çevresi Konferansı” ile sürdürülebilir kalkınmanın temelleri burada atılmıştır. Şehri gezdiğinizde sürekli olarak demokrasi, eşitlik, adalet, insan hakları vurgusu yapıldığını da anlarsınız. Örneğin aşağıda görseli bulunan “Şiddete Hayır” heykeli, İsveçli sanatçı Carl Fredrik Reuterswärd tarafından yapılmış ve Birleşmiş Milletler bahçesi dahil dünyanın 16 yerinde sergilenmektedir. Heykele ilk baktığınız andan itibaren ne hissettirdiğini anlamak hiç de zor değil.

1-161

Kodlarında bu denli insancıllık ve hoşgörü bulunduran ve ‘şiddete, şiddetle karşı çıkan’ bu kültürün son yıllardaki ruhsal çöküntüsünün sebebi, dışarıdan gelen kültürün, yani

kendilerini zor durumda bırakan bir anlayışın, yani İsveç’lilere eziyet eden kişilerin düşüncelerinin benimsenmesi ve o düşünceleri kendi düşünceleri gibi kabul edip sendrom yaşamaları olarak açıklanabilir.

İsveç, sendromdan nasıl kurtulur? Bunun için 28 Şubat 1986 gece saat 11:30’a kadar geri gidip yaşanan tüm sosyolojik olayların irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum. Pek çok kişi bu tarihi ve saati okuyunca ‘Olof Palme suikastı’ diyecektir.

Peki İsveç bu sendromdan nasıl kurtulur? Bu suikastın tüm arka planıyla başlayıp, hangi örgütlerin nasıl çalıştığı soruşturularak, Rasmus Poludan’a bir kutsal kitabı yaktırabilecek büyüklükte bir baskıyı nasıl yarattığı iyi araştırılırsa, mağdur edilen kişilerin istismarcılarının duygularını anlama durumuna gelmeleri; yani İsveç halkının (bir kısmının) ve politikacılarının Stokholm Sendromu’ndan kurtulması sağlanabilir.