İnsanın en sevmediği şeylerden birisi de korktuğunun ve çekindiğinin gerçekleşmesidir. Bir önceki yazımda devre arasına kadar Bursaspor’un kalan 5 maçı olduğunu; bunlardan ikisinin çok zorlu geçeceğini, ilkinin de Isparta maçı olduğunu yazmıştım. Birbirine denk iki takımın mücadelesi gibi başlayan maçın, ilk devrenin ortalarından itibaren dersine daha iyi çalışan tarafın maçı olduğunu gördük. Ne yazık ki dersine iyi çalışan Isparta idi.

 

Maça gelince. İlk devre sonuna kadar 3 net pozisyonumuzu kesen Ispartaspor’lu Halil Duman (benim deyimimle portakal) idi. Halil o kadar kritik anlarda pas arası yaptı ki Enver’in kaleciyle başbaşa kalmasını önleyen araya girişlerdi bunlar. Devre arasında spor yazarı M.A. Ekmekçi’ye “Her maçta bir duvar çıkıyor karşımıza, pozisyonlarımızı duman etti bu Halil” diye dertlendim. İkinci yarının başında da bir pozisyonumuzu kesti ve sonra belli ki eski bir sakatlığı nüksetti ve kendini yere atarak maçı bırakmak durumunda kaldı. Bu dakikadan sonra da bizim parlamaya başladığımız bir maç oldu. Fakat yine bir önceki yazımda belirttiğim gibi Isparta gölde timsah olduğunu biliyordu. Fırsat kolladı.

 

İlk devre o bahsettiğim üç pozisyonumuz dışında pozisyon yoktu. Birinci devrenin ikinci bölümü, Isparta’nın üstünlüğü ile geçildi. Hele devre bitiminde bitmek bilmeyen 2-3 dakika vardı ki direkten dönen, karşı karşıya kaçan 3 gol pozisyonu saydım. Bir an için “stat görevlisi soyunma odalarının kapısını açsın da hakeme gösterip devreyi hatırlatalım” diye geçirdim içimden. “Devre geldi bir 15 dakika rahatız” derken şok bir golle ikinci yarı başladı. Rakip defansın belkemiği Halil Duman oyundan çıkınca, psikolojik üstünlük de bize geçti. Pozisyonlar bulmaya başladık. Ancak bulduğumuz pozisyonların hiçbiri Isparta’nın maç boyunca bulduğu pozisyonlar kadar etkili değildi. Açıkçası tüm hatlarıyla dersini çalışmış bir takım vardı karşımızda.

 

İsmail hocaya destek olacağız. Her hamlesi doğruydu. Eksiği olanı oyundan aldı, aksayan tarafı gördü ve değiştirdi. Girenler onu mahcup etmese de hamle gücü yok adamcağızın. Lâkin, maçta yapamadıklarımız da var. Basın tribününden o kadar net görünüyor ki nasıl anlatsam bilemiyorum. Bir tanesini eğer mümkünse çektiğim fotoğrafla anlatayım. Timsah Arena’ya gelen her takım, arkaya Enver gibi hızlı adamların kaçışı olmaması için çizgi defans hattını kuruveriyor. Arkaya kaçan olursa da ofsayta düşsün diye uygulanan bir yöntem. Karşında 4-2-3-1 oynayan bir takım var ise çizgi defans kesin vardır. Tüm gözler Enver’de ise, bir başka koşucu önce çizgi defansı enlemesine paralel biçimde, pas geldikten sonra da topa doğru dikine doğru kat ederek rakip kaleciyle karşı karşıya kalabilir. Hatta Enver ofsayta bilerek düşüp herkesi şaşırtabilir zira pas ona atılmayacak! Elimizde var mı hocam böyle bir koşucu derseniz de “Abdullah Tazgel” geliyor hemen aklıma. Son haftalarda formu düşen Mustafa Genç’de geri dönerse belki bu koşuyu başarabilir. Geriye kalan şey “son vuruş” olur. Enver mi vurur, topla buluşan mı vurur kim vurursa vursun ama bariz gol şansı yakalanır. İngiltere futbol taktik jurnallerinde bu tip hücum varyasyonları, görsel yollarla da anlatılır durulur. Organize atakların hepsinde uygulanacak bir hücum organizasyonudur. Bölgenin en iyi futbol beyni İsmail Ertekin hocaya akıl vermek haddime değil. Buna bir “hatırlatma, yeniden aklımıza getiriş” diyelim.

90+ dakikalara gelirsem diyeceğim şey şudur: Bursaspor’lu ve Ispartaspor’lu olmayan birine maçın 90 dakikasını izletseniz, uzatmaları izletmeseniz, ne diyecektir? Siyah formalıların 3 topu direkte patlamış, 3 kez kaleciyle karşı karşıya kalınmış (ben üç saydım 4 te olabilir) bu maçı yeşil beyaz takım 1-1’e getiriyor ve maç bitiyor. Muhtemelen “Ucuz kurtulmuş, altın değerinde 1 puan almış” demez mi? Durum budur. Ailecek hücum yaptığımız uzatma dakikalarında biz o 10 bin kişilik coşkuyla ve sahadaki onbirimizle 1-1’i korumak için asla sakin kalamazdık. Fakat stadyumda “ 1 ” kişinin sakin kalması gerekliydi!