İnsanoğlu birey olarak zaman selinde kaybolmaya mahkûm bir varlıktır. Zekâsı ise bu ebedilikte nurlu bir yıldız gibi parlar. Fakat toplum için bunu söyleyemeyiz. Zaman selinde kaybolmasa da toplumu daha ileri seviyeye taşıyacak zekâ, bunu göremeyen bir toplumda kaybolabilir. Fakat bazı toplumlarda insan zekâsı, tabiatın tüm unsurlarını günümüzde öyle dize getirmiştir ki, insan ruhu kaderiyle bu kadar göze göz, dişe diş kalmamıştır. Bugünün insan zekâsı kadın, erkek, çocuk, en yaşlısından en gencine kadar, “kahraman” kelimesinin manasını unutturacak kadar kahramanlıklar gerçekleştirir. Lakin bu kahramanlık ve zekâ anaforunda, eldeki imkanlarla, günümüz küresel insanının mutlu olamaması da beynimde önemli bir tezatlık oluşturur.

Tüm bu kargaşanın ortasında, çok değil bundan yaklaşık 80 yıl kadar önce, kontrolsüz ve hatta şuursuz endüstriyel gelişmenin, insanın karşısına çıkardığı Adolf devini hatırlamayışımız yeni kötü devlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Muhtemelen o dönemin Avrupa’lı ortalama insanı, “keşke bu endüstriyel gelişme ve teknik, ahlaki değerlerimizi kaybettirecek silahlı bir güce dönüşmeseydi” diye düşünmüştür. “Belki bu kadar hırpalanmazdık” diye de iç geçirmiştir zira 80 yılda değişen bir şeyin olmaması ne acı!

İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri oranında açıktır. Suriye’li bir ailenin başka ülkede kutladığı yeni yıla sessiz girişini, üniversite hayali buharlaşan Afgan bir kızın 2023’ten beklentisini, Kuzey’in soğuk ormanlarında savaşta ölen 100 binden fazla askerin ailesinin çektiği ıstırabı, henüz buluğ çağına gelmeden kandırılıp dağa çıkarılmış ve kendi ülkesine karşı kışkırtılan çocukların ailelerinin karamsarlığını ve yeni yıla şehidinin yanında girecek ailelerin acısını iyi biliriz. Neden söylemeyelim? “Avrupa’nın o dönemler kaybettiği ahenk, bizim gündelik ekmeğimizdi” diye anlatırdı büyüklerimiz. Biz o ahengi, her şeyi kaybettiğimiz bir devirde giriştiğimiz, Kurtuluş Savaşında bulmuştuk. Atalarımızdan miras ve genlerle taşınmış bu ahenk arzusunun, hücrelerimizde yeniden yerini alması, sadece 2023 için değil, gelecek bin yıl için en büyük dileğim.

Hayat, ahenk ve muhteris bir uyum içerisindeyse, insanoğlu tabiattaki tekrarlanışın bir sembolü olarak gördüğü bu zaman noktasından, yani yeni yıla girişten, geçmişe geleceğe daima çok başka, çok sıcak bir gözle bakar. Kaybettiklerini hüzünle hatırlar. Kaybolmuş umutların ve hayallerin yandığı ateşte, yenilerinin filizlendiğini görür; yaşama sevgisi tazelenir. Bu nedenle dünya coğrafyasındaki her toplum, hangi zamanı dikkate alırsa alsın, yılbaşı, bayramların en özelidir. Doğadaki yenilenmenin sembolü olan yeniden dirilme ayetlerinin, hemen hemen her dinin en canlı tarafı olduğu gibi.  

Sanki bir yıldız yutmuşçasına içinizin parıltıyla dolduğu günlerin sayısının bol olduğu bir yıl geçirmenizi dilerim.

Yaşlı Dünya için ne temenni edilebilir ki? Ona da barış kapılarının açıldığının görüldüğü, ahengin arzulandığı ve geri geldiği bir yılı tecrübe etmesini dileyelim.