Evliya Çelebi’nin deyişiyle Bursa’nın sudan ibaret olduğunu biliyorduk da Bursaspor’un da sudan ibaret olduğunu cumartesi akşamı gösterdik herkese. Sebebi ne olursa olsun sahaya atılan her madde, sana bana ona ve nihayetinde Bursaspor’a yazılır. Bunu değiştirmek imkânsız. Haklıyken haksız duruma düşmek en kötüsü. Bir hafta öncesi yaşananların yanıtı tribündeki “Ne Mutlu Türküm Diyene” pankartıyla harika bir şekilde verilmişken, tüm gözler Bursaspor camiasının vereceği saha içi / dışı centilmenlik yanıtındayken, kendi kendimizi kötü göstermenin yolunu bulabildik sahayı sulayarak! Lütfen biraz daha sakin ve akılcı olalım. 2 hafta önce 6-0 galibiyet alan takım da bu takımdı.

Bir de taraftar açısından değerlendirelim. “Bir hafta önce sahaya bıçak atılmış hocam sen neyden bahsediyorsun?” demezler mi adama? “Sahaya bıçak atıldı da peki ne ceza verildi? İki maç seyircisiz” demezler mi adama? Demek ki sahaya bir şey fırlatırsan ceza hafifmiş. Fırlat gitsin! İşte sağlıklı kararları masada alamazsan olacağı bu. Herşeye karşın daha farklı bir yol izlense PR işi çok daha iyi olabilirdi. 5-10 bin kişilik Türk Bayrağı koltuklara bırakılsa; “Bursaspor Türkiye’dir” mesajı verilse çok mu kötü olurdu? Hayır… Sancılı süreci iyi yönetebilecek bir yönetime de ihtiyaç olduğu açık ancak kim elini taşın altına koyar? Taş o kadar ağır ve büyük ki! Kongre kararı alındı ve bu süreçte yenilgiler de devam edebilir ne yazık ki.

Önceki Bursaspor yazılarıma şöyle bir baktım ve gördüm ki haklı çıkmışım (Ne kötü!). “Bu çocukların yaş ortalaması lige göre çok düşük; hata yapmaya hatta becerisizlik yapmaya çok açıklar, kanları deli, yani delikanlılar” yazmışım. Bunların hepsini dünkü maçta gördük. Kubilay çok delikanlı başladı örneğin. Sarı kartı gördüğü anda da oyundan düştü zaten. Akabinde o gerginlikle orta sahada dengesiz yakalandı ve gol geldi. Aynı dakika içinde iki defans hatası tıpatıp aynıydı. Arkaya atılan iki toptan birisi ofsayt oldu diğeri gol.

İkinci yarıya Enver’siz başlanıldı ve yaratıcı oyun işi Hasan Ayaroğlu’na kaldı. Ne yazık ki o da orta sahadaki işleri hiç mi hiç ayarlayamadı. Rehavete ve kötü gidişe karşı duran tek kişi hemen hemen Mustafa Genç’ti. İnsan anatomisi tabi. O da sonlara doğru çok yoruldu. Kısacası ikinci devrenin ortalarından itibaren tüm hatları sorunlu bir Bursaspor ortaya çıkıverdi sahada.

Her işte etkinlik çok önemli. Oyuncular arasında bariz bir kuvvet farkı hissedildi ama etkinlik sınırına yaklaşılsa bu kuvvet farkı hissedilmezdi. M. Reşit Akçay elindeki kadro ile Bursaspor’u iyi analiz etmiş bir görüntü sergiledi. Tüm hatları birbirine çok yakın oynattı. Kenardan avuç içlerini birbirine yaklaştırıp “kompakt oyunu” emretti.  Sahada bunu uygulayabilen bir Erokspor vardı. Enver ve geriye kalan orta sahamız sıkışıp kaldı bu kompakt hatlar arasında. Maalesef bunu da daha önce yazmıştım. “Bizi iyi analiz eden birine denk gelirsek işimiz kötü” diye. Top Enver’ e geldiğinde hep pres yedi.  

Anadolu’da gidenin arkasından su dökülür; bir an evvel sağ salim geri gelmesi salık verilirdi. Sahaya atılan suları hayra yorup; Timsah Arena’dan giden iyi futbolun da bir an evvel geri gelmesini dileyelim…