Şöyle düşünebilir misin? Başka bir ülkede yaşamayı kendine hedef olarak koymuş ve bunu başarabilmişsin. Her şeye rağmen, ama her şeye rağmen zorlukların üstesinden geliyorsun. Sonra bir haber ulaştırılıyor sana. Küçüklüğünü ve gençliğini geçirdiğin hatta o görkemli bahçesinde tamamen özgürlüğü hissettiğin bahçeli eviniz yanmış. Evin sahibi büyük annen de sen ara sıra gelip kalmadığından, yaşamının sonraki döneminde anne ve babanın evinde kalmaya başlamış; ancak onlara biraz olsun rahat nefes aldırmak için bir süreliğine geri geldiği ev, sanki onsuz yok olmak istemezmiş gibi onunla beraber kül oluvermiş. Onu son kez göremedin ve dolayısıyla vedalaşamadın. Halbuki seni emzirmese de bunun dışında sen gidene kadar hep kucağındaki sıcaklığı hissetmiştin. O, toprak oldu. Sen, çocukluğunu aramak; gençliğini buluvermek için, ortada tütmekten bıkmış enkaza ulaştın. Çok üzüldün biliyorum. Hayatının önemli bir dönemini geçirdiğin evin böyle olmasını aklın almıyordu. Kaldırıma oturup geçmişine baktın durdun. Nihayet kül yığınlarının arasında seni biraz olsun umutlandıracak bir şey fark ettin. Büyük annenin ceviz sandığının dışı mangal kömürüne dönse de içerisindeki eşyalar sadece kömür karası olmuştu. Kömür karası hep umut demek değil miydi? Çocukluğunda ve hatta gençliğinde her karıştırdığında içinde yeni bir şey bulduğun, yaşlı kadının seni memnun etmek için her defasında bu sandığa yeni şeyler koyduğunu düşündüğün sandıktı bu. Yazı takımları, kalemtıraş, renkli resimli mecmualar, kesmeyen çakı, renkli işlemeli mendiller, kalemler…Bu sandıktaki eşyaların bitmez olduğunu düşünüp vaktin nasıl geçtiğini anlamazdın. Bu sandık sana bütünüyle bereket ve şaşırtıcı şeyler mucizesi sunan ama adını koyamadığın bir varlık gibiydi.

Peki büyükannen öldü. Şimdi mucizenin nerede olduğunu görebildin mi? İşte ülke dediğin şey, bu bahçesi kocaman eve benzer. O sandığın mucizesi, büyükannenin hoşuna gidecek şeyleri sen farkına varmadan hazırlayan sevgisidir. Tüm bunlar, yaşadığın ülkenin yaratıcı tarafıdır ve tam anlamıyla mucizeye benzer. Her şey emrine amade, önünde hazırdır. Her tesadüf ve her adım bir mevsim gibi yüklü ve zengindir. Düşünsene Kars bitince Sivas başlıyor; o bitince Bursa, İstanbul’un doğuyor. En ünlü fabrika sahibinden karton toplayana kadar, her kafa her kol sonuna kadar kendinden verir. Kısacası sandıkta yok yok. Sonra günün birinde bu yaratıcı taraf ölür. Büyük anne artık yoktur. Konsol, sandık, vitrin hepsi mucizesini kesti. Ev sağlam, hayat eskisi gibi ama sen o hatıralar için yaşarsın ancak.

Sonra bir an gelir yaşlı ev de dayanamaz ve çöker gider. Sandığa bırakabileceğin pek çok şey varken senin gidişinin, büyük annenin ölümü olduğunun; bahçeli evin yıkılışının ise kendi ülken olduğunun farkına vardığında, kararmış, kül olmuş is ve çamur içinde buldukların; hatırlamaya çalıştığın, mucize beklediğin ve hatta şarkılarda aradığın o dünyayı sana anımsatamaz bile.

Ey güzel çocuk, bir sandık dolusu oyuncaktan vazgeçme, ülkeni kaybetme, ülkeni terk etme.