Son yıllarda Türkiye, bir yandan orman yangınları ve sel felaketleriyle diğer yandan da kuraklıkla mücadele ediyor. Uzmanlara göre iklim değişikliğinin tetiklediği bu felaketlerin sayısı ve şiddeti, önlem alınmazsa giderek artacak. Akdeniz’de iklim daha sıcak ve kurak olacak. Paris Anlaşması’nın sıcaklık artışını 1,5 derecede tutma hedefini gerçekleştirebilmek için çok hızlı bir ekonomik ve toplumsal dönüşüme ihtiyaç olduğuna vurgu yapıyorlar. iklim değişikliğinin etkilerini en ağır şekilde yaşayacak ülkelerden biride Türkiye’dir.

Küresel ısınma, iklim değişikliği, iklim krizi derken Amerika’da, Avustralya’da Avrupa’da ve Ülkemizde görülen orman yangınları nedeniyle yüzbinlerce hektar orman alanları kül oldu, biyolojik çeşitlilik azaldı. Yine ülkemizde ve dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen seller neticesinde binlerce insan yaşamını yitirdi ve on binlerce insan ise evsiz kaldılar.

Son olarak Libya’da meydana gelen sel ve iki barajın patlamasıyla birlikte 125.000 nüfuslu Derne kentinde yaklaşık 10.000 İnsan öldü 15.000 insanın da kaybolduğu Libya hükümeti tarafından basınla paylaşıldı. Evet dünyamızda meydana gelen bu yangınlar, kuraklıklar ve seller bir kez daha bu iklim değişikliği ve Paris iklim anlaşmasını gündeme getirdi.

Peki nereden çıktı, bu Paris iklim anlaşması geçmişe şöyle bir bakalım.

Türkiye bundan 8 yıl önce 2015 yılında imzaladığı anlaşmayı resmen yürürlüğe koymak için bir adım attı, Avrupa Birliği de bu adımı olumlu karşıladığını ve memnuniyet duyduğunu ifade etti. Bu günlerde çok konuşulan hatta önümüzdeki günlerde de çokça konuşacağımız ve tartışacağımız bu anlaşma yani Paris iklim Anlaşması neyi kapsıyor acaba! Paris Anlaşması aslında Kyoto’nun bir devamı 1997 yılında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton Japonya'da Kyoto şehrinde ‘’artık insan kaynaklı küresel ısınmaya bir dur diyeceğiz ’dedi ve bir ön anlaşma burada imzalandı

Ama Clinton daha ABD’ye döner dönmez bütün üniversite bilim insanları ayağa kalktılar ve Clinton’a ‘’Sen nereden çıkardın bu insan kaynaklı küresel ısınmayı. İnsanlık 18.000 yıldan beri küresel ısınmanın içindedir.’’ dedikten sonra Clinton bu işi bıraktı ve ondan sonra hiçbir ABD Başkanı bu tepkilerden dolayı Kyoto protokolüne imza atmadı.

2000'li yıllarda ABD Kyoto bayrağını bırakınca Almanya ve İngiltere aldı bayrağı, onlar devam etmek için uğraştılar güçte olsa 2005 yılında bu protokolü yürürlüğe soktular.Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza attılar. ABD ve gelişmiş ülkeler bu anlaşmayı imzalamadılar. 2006 yılında bu Kyoto protokolüne imza koyan ülkelerin hiç biri bu anlaşmaya uymadılar,çünkü herhangi bir yaptırımı yoktu.

Bu sefer 2015 yılında Paris iklim anlaşmasını devreye soktular. Aslında bu anlaşma Kyoto’nun bir üst versiyonudur. Bu anlaşmada yine dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sömürgeci ve emperyalist bir ticaret anlaşması demektir. Bu protokolün hedefinde dünyadaki bütün ülkeler bulunmaktadır.

AFP’nin haberine göre, dünya ticaretinin seçkinlerini bir araya getiren 2015 zirvesinde, Greenpeace zirveye katılan bazı kuruluşları Forum’un “dünyanın durumunu iyileştirme” hedeflerini karşılamamakla suçladı.

Davos’ta temsil edilen 24 bankanın portföyünü analiz eden kuruluş, söz konusu kurumların 2015 tarihli iklim anlaşmasının imzalanmasından bu yana fosil yakıt endüstrisine 1,4 trilyon dolar (yaklaşık 8 trilyon 304 milyar TL) aktardığı sonucuna ulaştı. Daha anlaşma 2015 de yeni imzalanmış, küreselciler kendileri bu anlaşmaya uymuyorlar. Diğer imza atan ülkelerden bu anlaşmaya uymasını bekliyorlar ne tuhaf bir durum tam bir ali cengiz oyunu.

Paris iklim anlaşmasını 2021 yılında Türkiye’nin de bu anlaşmayı imzalamasıyla birlikte 191 ülke bu anlaşmayı imzalamış oldu.

Aslında bu anlaşmaya temkinli yaklaşmamız lazımdı, geçmişte yaşanan birçok acı örnekle tecrübe ettik.

Dünyanın başına bir Covid19 belası çıkardılar Türkiye’de 102.174 kişi, dünyada ise 6.839.960 insan yaşamını yitirdi, ekonomiler alt üst oldu bütün ekonomik göstergeler sarsıldı, kısacası yürüyen ekonomik düzen bozuldu. Ve akabinde aşıları çıkardılar bu sektörden milyarlarca dolar para elde ettiler.

Yetmedi şimdi de İklim değişikliği ve karbon salınımının düşürülmesi için, anlaşmaya imza atan ülkelerin fosil yakıtlar kullanmasın ve üretim yapmasın diye bu anlaşmayı getirdiler. Konu hakkında İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ramazan KURTOĞLU katıldığı bir programda ‘’Covid 19 ile küresel iklim değişikliği ve gıda su adeta bir rus bebeği matruşkadır. Dışında Covid 19 içinde de iklim değişikliği, dibinde de gıda ve su, çünkü altın vuruşu gıda ve su ile yapacaklar.

Efendim diyorlar ki ineklerin karbon ayak izi inanılmaz bu evrenin bitkilerin işte falan falan 116 bitki sayıyorlar inanılmaz diyorlar ABD İlinoi Üniversitesince yapılan bir araştırmada bütün ineklerin ve hayvanların karbon salınımında ki oranı %37 peki diğer %63 neden gündem olmuyor ve konuşulmuyor da, neden %37 konuşuluyor peki niye %37 içinde de pirinç ile İnekler günah keçisi, diğer taraftan baktığımızda insanlar et tüketiminin büyük çoğunluğu olan inekle beslenmektedir ve inekler en çok GDO’suyla oynanmış hayvanlardır.

Buradan Bill Gates’in başını çektiği bir yapı ki şu anda etin tadını ve kokusunu verecek olan 276 çeşit kokuda Singapur'da bir şirket tarafından üretilmiş e ticaret ile internet üzerinden artık koku pazarlaması yapılacak, internetten gönderecekler ve zaten alışveriş merkezlerine, gittiğinizde bu kokular sizin alışveriş dürtünüzü harekete geçirecek bir alışveriş dürtüsü salınacak.

Bir taraftan teknopoli dediğimiz yapıyla kontrol,diğer taraftan gıda ile kontrol zaten son hadde varmış vaziyette açık ifade etmek gerekirse son 200 yüz yıldır bu Kapitalizm neo Kapitalizm insanlığın altını, çevresini ve tabiatı oydu.’’ diyor

ABD 1950 lerde Rockefeller Vakfınca Filipinlerde kurulan bir enstütü aracılıyla güneydoğu asya'nın 140.000 çeşit pirincini GDO’lu hale getirdiler. Yine aynı yıllarda, ABD, Türkiye’den karakılçık buğdayı alıp bize karşılığında, fazla ürün veriyor diye GDO’lu tohumluk buğday satıp milyonlarca dolar para aldılar.

Şimdide bu iklim krizini bahane edip gıda ile insanlığı terbiye etmeye çalışıyorlar, bunun örneği Rusya-Ukrayna savaşı ve tahıl krizi ortada.

Yine baktığımızda dünya petrol tüketiminin yani, iklim değişikliğine en fazla neden olan petrol tüketiminin %40’nı elinde bulunduran Amerika, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya gibi ülkeler karbon gazlarını en çok salan ülkelerdir.

Bu anlaşmayı imzalayan ülkelere karbon salınımının yüksek olduğunu söyleyerek iklim değişikliğini engellemek istiyoruz diyorlar. Ya madem karbon salınımını engellemek ve küresel ısınmayı azaltmak istiyorsunuz. Neden bu kadar karbon salınımında öndesiniz? Adama sormazlar mı karbon salımınının en büyük sebeplerinden bir tanesi petrol tüketimi ise bu petrol tüketimini en çok yapan ülkelerin önce buna uyması gerekmez mi?

Diğer petrol tüketiminin çok az bir kısmını gerçekleştiren az gelişmiş ve gelişmekte olan bu ülkelerin zaten karbon salınımı çok daha düşük düzeylerde.

Böyle bir adaletsizlik, böyle bir çifte standart olmaz olamaz. Bu nedenle bu Kyoto protokolüyle paralel olan Paris İklim Anlaşmasının da son derece dikkatli bir şekilde incelenmesi ve temkinli yaklaşılması gerektiği kanaatindeyim.

Bir defa bu anlaşmayla küresel emperyalist ülkeler, karbon salınımınız fazla diye bir bahaneyle gelişmekte olan ülkelere fazla karbon salınımı cezası kesme hakkına sahip oluyorlar. Eğer ülkeler fosil yakıt kullanıp üretim yaparlarsa anlaşma gereğince o ürünü üreten ülkelere ek vergiler konacak, buda üretimi yapan ülkelerin, rakip ülkelerle rekabet yapamaması demek olup o ülke ekonomilerini çökertmek demektir.

Türkiye gibi diğer bölge ülkeleri gelişmekte olan az gelişmiş ülkeler fazla karbon salınımı cezası ihtimali ve riski var. Bu cezaları vermemek için efendim karbon sertifikası alacaksınız diyecek. Bu karbon sertifikası satışlarını yapacaklar.

Bunlara çok ciddi bir kaynak aktarılması gerekecek. Batı teknolojisiyle üretilen, gelişmiş ülkelerdeki araç, gereç, malzeme, filtreler başta olmak üzere pek çok araç gereci döviz kuruyla çok yüksek fiyatlardan bize satmak isteyecekler.

Bunları almazsanız bu sefer sertifika alamayacaksınız, sertifika alamazsanız üretim yapamayacaksınız. Bir de diyorlar ki bu gelişmekte olan ülkeler, efendim biz az gelişmiş ülkelere satacağımız bu ürünler için finansman desteği sağlayacağız.

E finansman sağlayacağım demek. Zaten boğazına kadar borca batmış bu ülkeleri daha da borca batırmak demek değilmi. Yani babasının hayrına vermeyecek bu kredileri, hibe etmeyecek. IMF’yi devreye sokup kredi faizleriyle bu ülkeleri borçlandırarak bir sömürü düzeni kurmak ve kendilerine bağımlı hale getirmek.