Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler hız kesmeden devam ediyor. Özellikle çevremize baktığımız zaman hayatımızı kolaylaştıran pek çok farklı teknolojik ürüne rastlamak mümkündür. İşte bu teknolojik aletler insanı adeta esir almış durumundadır. Toplumda, bunalan sıkılan depresyona giren, mutsuz olan, insanlar, mutluluğu arkadaşlarıyla değil internet ve akıllı telefonlar sayesinde sosyal mecralardaki çakma arkadaşlarıyla paylaşır oldular. Bireysel olarak toplumdan uzaklaşan insanlar, yalnızlık sarmalı içinde debelenip durmakta ve yaşadığı hayatta, mutlu olabilmek için maddi olarak AVM’lerde tüketen bir toplum, haline geldik maalesef.

Aslında biz eskiden böyle değildik. 1980'li yıllarda babamın memur olması münasebetiyle Anadolunun küçük bir ilçesinde babam görev yaparken,mahalledeki komşularımız değer yargılarına önem veren, candan insanlardı. Leb demeden leblebiyi anlayan kal ehli değil, hal ehli insanlardı, tabiri caizse halden anlayan insanlardı.

Rahmetli Nüfus baş katibi Ahmet amca biz mahallede arkadaşlarla top oynarken, fırından yeni çıkmış taze mis kokulu francalı ekmekleri bölüp bizlere verirdi. Yemeğin kokusu komşuya gitmiştir diye bir tabak yemek gönderen nesilden, görgüsüzce yediğini sosyal medya mecralarında poz vererek paylaşan bir nesile döndük. Şimdilerde böyle komşuları mumla arar olduk.

Yaz aylarında esnafın yanında çalışır bir meslek öğrenirdik.

Arkadaşlarla cilli veya misket, gazoz kapaklarını toplar, birdir bir, uzun eşşek oyunlarını oynardık, Gazete kağıdından çıtalı uçurtma yapar rüzgarlı havalarda yarış yaparak uçurtmayı uçururduk, Yine yaz aylarında mercimek yolmaya gider, gidemediğimiz zamanlarda ise ayakkabı boyacılığı yapardık. Gazete kağıdından hamur kullanarak kese kağıdı yapıp bakkallara satardık.

Kıymetli okurlarım bunları ne için anlatıyorum eskiye vurgu yapıyorum. Aslında biz bilmeden hayatın içinde büyümüşüz, aile ekonomisine katkıda bulunmuşuz, toplumsal dayanışmayı mahallede öğrenmişiz. Doğruyu yanlışı büyüklerimizden öğrenmişiz. Eski eski de kaldı o günler birer nostalji olarak bizim jenerasyonda anılarda kaldı artık.

Eski, bizim için değerli olup, her zaman özlemi de beraberinde getirir. Bizim zamanımızda bir mahalle geleneği vardı, hoca akşam ezanını okudumu herkes evindeydi. Yakın ya da uzak geçmişte olması fark etmeksizin eski olana imreniriz, ona özlem duyarız. Bu durum belki gerçekten eskinin daha güzel oluşundan, belki de yeniye olan sabırsızlığımızdan kaynaklanıyor.

Eskiye özlem duyduğumuz, yüzümüzü eskinin gülümsettiği anıları bir düşünün. Şaka yaparken bile nükteli bir o kadar da ders verici fıkralar anlatırdık. Şimdilerde böyle nükteli fıkralar nerde varsa yoksa geyik muhabbeti ...

Eski kadim dostlukları, insanlardaki o saf duyguları daha da ötesi, yoklukları bile özlemiyor muyuz çoğu zaman?

Bizim emsaller hatırlarlar; gaz lambası veya idare lambası altında ders çalışmayı, kuyrukta tüp beklemeyi, 12 Eylül darbesinde sokağa çıkmanın yasaklı olduğu o günlerde caddelerde top oynamanın zevkini, mahallede 1978 dünya kupası maçlarını özellikle maradonayı izlemeye kahvelere, demir pençeli adam, kaçak Dr Kimble filmlerini izlemeye komşuya giderdik.

Yine sobanın etrafında ailece ısınmanın keyfini, kızarmış kestane kokusunun huzurunu yaşardık, günümüzde bunun yerini ne doldurabiliyor ki?

Şu an da yaşadığımız evlerimiz;  saatlerce birbirini görmeyen aile fertleri yan yana oturmalarına rağmen hepsinin elinde birer akıllı cep telefonu ile sanal dünyaları yaşayan aile, birbirlerine yabancı hayat sürüyorlar. Artık arkadaşlıklar bile sanal oldu.

Bunlar aslında, şu andan ve yeniden kaçış anları değil mi? Yeninin değerini eskinin değeri üzerinden belirlemiyor muyuz böyle anlarda?

Artık evlerde yemek kolay kolay pişmiyor yeni jenerasyon fast food sektörünün hazır ve çabuk tüketilebilir olduğu ve tam da bu amaçla var edildiği günümüzde, eskinin gücüne hayranız.

Bir yer sofrası veya masa etrafında toplanan aile bireyleri toplu halde Allah ne verdiyse yemeklerini yer ve kalkarlardı. O birliğe, o samimiyete, o aza kanaatimize, irademize, hoşgörümüze, hırstan çok, şükreden hallerimizi kim özlemiyor ki? dostlar.

Geçmişi arayıp, özlem duymamızın bir başka nedeni ise, insanoğlunun şu anki mevcut durumdan muzdarip olmasıdır. Sohbet tadında ruhumuzu doyuran, iki kelam edeceğimiz, dost ve arkadaşları bulmak neredeyse yok denecek kadar azaldı bugün.

Ekonomik şartlar itibariyle gelecek kaygısı yaşayan insanlar, yaşamadığımız yarınlara, uyanmadığımız sabahlara özlem duymamız mümkün olmayacağı için geçmişe duyduğumuz özlem hepimizin ortak noktası sayılır.

Bu günlerde: hayatın anlamsızlığı, yaşadığımız anın hiçbir şey ifade etmemesidir yani. Çünkü bugünkü insan modernitenin yani kapitalizmin baskısı altında ezilmektedir.

Akılcılığı esas alması itibariyle insanlık tarihine aydınlama çağı yaşatan modernizm, bilimin gelişmesi, toplumun ilerlemesi, yaşam koşullarının iyileşmesi, refah seviyesinin yükselmesi gibi pek çok yönde olumlu değerleri getirmesinin yanı sıra çeşitli olumsuzlukların var olmasına da yol açmıştır.

Öyle ki Berman modern olmayı “Modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi.” şeklinde tanımlar. (1999, 279) (Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, (Çev. Ümit Altuğ, Bülent Peker), İletişim Yay.İstanbul)

Modernizmin insanlığa olumsuz yansıması ise insanları manevi değerlerinden uzaklaştırma, yabancılaştırma, kitleselleştirme, aynileştirme ve tüketiciliğe sürükleme yönünde olmuştur. Modern olmayı yanlış algılayan ve sahip olduğu hayat ile bir anda kendini olanaklar bolluğu içerisinde bulan insan, bu bollukta yaşadığı değer kısırlığının ruhunda yarattığı boşluk ile hezeyana uğrar. Bu hezeyan ise çoğunlukla kendilik değerlerinden uzaklaşan bireyin, modernizmin kölesi olması ile son bulur.


 


 

İsmet ÖZEL Modern insanı şiirlerinde çok iyi açıklamaktadır:

Modern insanın, kendilik değerlerini yitirmesi gülüşlerin sinsi olmasıyla açıklanır. Manevi değerlerin hiçlendiği, çıkarcılığın, menfaatin temel gerçeklik olduğu düzende, modern insanının yeni değerlerini “çirkin ama güçlü bir tanrı” olarak nitelendirilen statü, para ve madde‟ oluşturur.

Hayatımıza bir anlam katmak için eskiyi yad ederiz; eski dost ve arkadaşlıkları ve eski anıları hep bir tebessümle anarız.

Çünkü, bizim kuşağın şu anda göremediği, bulamadığı ne varsa hep eskiler de var. Eskiden tecrübe etmişizdir, eskiden görmüşüzdür ve eskiden hissetmişizdir. Eski tam olarak da hissettiklerimizin toplamı değil midir zaten? Sigmund Freud, ‘’Bir insanı unutabilirsin, bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin, ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın.’’ demiştir. Bunu bir insan özelinde düşünmediğimizde de aynı durumun geçerli olduğunu fark ederiz.

İnsanoğlu gelecekte neler olacağını bilmenin imkansız olduğunu bildiği için, mevcut anı yaşamaya çalışır. Geçmişi veya eskiyi değerli kılan da bıraktığı anılar olmalıdır. Bilinmezlik ve tahammül edilemezlik sınırlarının dışında kalan ‘’eski’’ye duyulan özlem de, bu nedenle hiçbir zaman son bulmayacak gibi görünüyor.

Ancak eskinin içinde kaybolmamak ve daha da önemlisi eski ile günümüz arasında bağ kurmak neler yapabileceğimizi düşünmek, tartmak ve ona göre hayatı yaşamak gerekiyor.

Şu an yaşadığımız her an, birkaç yıl sonra ‘’eski’’ olarak adlandıracağımız anılarımızı oluşturuyor. Geçmişi değiştirmek insanın cüzi iradesinin çok ötesinde bir kavram, bu yüzden eskinin güzel kalması için, şimdiki yaşamımızı güzelleştirmeye odaklanmalıyız.

Mevlananın dediği gibi ‘Dün dünde kaldı cancağazım,artık yeni şeyler söylemek lazım’ bundan sonraki yaşamımız için yeni şeyler söylemek lazım ve anı yaşamak lazım. Evet eski artık geçmişte kaldı, hepsi acısıyla tatlısıyla yaşamımızda izler bıraktı. Ancak; Unutulmamalıdırki yaşam devam ediyor ve biz artık eskilerde değiliz, eski değerlerimizden taviz vermeden yaşamımızı bugüne uyarlamamız gereklidir,ne dersiniz?