II. Dünya savaşından sonra dünyada değişim ve dönüşüm hareketleri başlamış, dünya iki kutuplu bir hale dönüştürülerek ya bendensin ya da olacaklara katlanacaksın der gibi ülkeleri ya ABD’den yana ya da Sovyetlerden yana taraf olmaya zorlamıştır.
 Savaşın hemen ardından, Sovyetlerin Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep etmesi ve Boğazlarda Sovyet üsleri kurulması talebinin Türkiye’nin kesin olarak, Sovyetlerden uzaklaştırması, bunda etkili olmuştur. Çünkü ABD’nin amacı Sovyetleri Akdeniz’e indirmemek ve Türkiye’yi bu amaç için tampon bölge olarak kullanmaktı.
 Türkiye ile ABD ilişkilerine baktığımızda, Soğuk Savaş dönemi şartlarının bu iki ülke arasın da yeni bir dönemin ve yakınlaşmanın başlangıcı olduğu görülmektedir. 
Bu yıllarda, Türkiye artan Sovyet tehlikesine karşı NATO’ya üye olabilmek için Kore’ye asker göndermiştir. Savaşın başından 1953 yılında sona ermesine kadar toplam 14.939 Türk askeri Kore’deki Birleşmiş Milletler ordularında görev yapmış ve 722 Türk askeri Kore savaşlarında şehit olmuştur.
Yukarıda da bahsettiğim gibi, ABD ve Türkiye’yi bir ittifak sistemi içinde bir araya getiren neden, Sovyetlerin Türkiye’nin güvenliğine karşı oluşturduğu tehdittir. ABD, Türkiye ile kendisinin Orta Doğu’daki çıkarlarını korumak ve Sovyetleri çevreleme politikası gereği ittifak ilişkileri kurarken; Türkiye ise savunma kaynakları ülkenin ekonomik sıkıntıları nedeniyle sınırlı olduğu için ABD’nin dikkatini, Doğu Akdeniz’e çekerek güvenliğini korumak, askeri ve ekonomik yardım elde etmek ve Batı tipi devlet yapısını güçlendirmek için ABD ile ittifak kurmuştur. 
Türkiye II. Dünya Savaşı’na katılmadığı için savaştan, Avrupa ülkeleri kadar ekonomik olarak, zarar görmemiştir. Türkiye’nin, Marshall Planı kapsamına savaştan zarar gören Avrupa’nın yeniden inşası ve kalkınması için tarım ve maden ürünleri, sağlamak üzere alındığını söyleyebiliriz.
Marshall Planı gereğince Amerikan Hükümeti’nce Türkiye’ye yapılan yardımların ilki, dolar yardımı olmuş ve bunlar ABD’den alınacak mal ve hizmetler için kullanılmıştır. 
İkinci yardım şekli ise Avrupa ülkelerinden Türkiye’nin ağır sanayi yatırımları hariç olmak üzere, hafif sanayi yatırımları desteklemek amacıyla yardımlar bu alana kaydırılmıştır. 
Yapılan yardımların sektör bazında bakıldığında en çok tarım, madencilik ve yol yapımı alanında olmuştur; yol işleri (özellikle karayolları), demiryolları için raylar, vinçler, vagon yapımı, havaalanları, enerji işleri, kömür, şeker, tekstil sanayii, çimento, av ve sanayine ait vasıta ve diğer malzemenin satın alınması için kullanılmıştır.
 Tarımın yardım alanlarının başında gelmesinin sebebi Türkiye’nin, savaştan önce Avrupa’nın tahıl ambarı görüldüğü gibi, ayrıca, Avrupa’nın hammadde sağlayıcısı olmasının istenmesidir. Türkiye, yardımlarla sağlanan modern tarım aletleri ve yöntemleri ile tarım üretiminde verimli bir döneme girmiş, tarım üretim bölgeleri ile ticaret merkezleri arasındaki ulaşım sağlanarak da ihracat arttırılmıştır. O yıllarda Türkiye nüfusunun %82’si çiftçidir. 
Çiftçilere Marshall yardımı ile kredi sağlanarak taksitle traktör satın almaları sağlanmış ve böylece ziraat işlerinin makineleşmesi sayesinde daha fazla mahsul elde edilmiştir. Tabi burada çiftçiler ilk defa satın aldıkları bu traktör ve tarım makinaları nedeniyle bankalara borçlanmışlardır. 
Truman Doktrini ve bunu uygulayan Marshall yardımlarıyla Türkiye bir cendereye alınmıştı. Modern tarım denilerek,tarımda hızlı bir makinalaşma ve suni gübre kullanımı sayesinde çiftçilerin  fazla ürün alacağı algısı yapılarak bu suni gübreleri kullanmaya başladılar.
Toprağa atılan bu suni kimyasal gübrelerle toprağımızın verimi her sene düştü, düştükçe de gübre oranları artırılarak, ürünlere kimyasal ilaçlar verilerek, doğal tarım yöntemi yok edildi.  
Marshall Planı’yla Türkiye’deki nüfus dengeleri de değişti. Kırsal alanda yaşayan nüfus giderek azalmaya başladı ve vatandaşlar hızla kentsel alanlara doğru hücum etmeye başladı. 
Köy yerleşik yerlerinde toprakları az olan köylüler makinalaşmayla baş edemeyecince çareyi büyük şehirlere göç etmekle buldular. Köyden gelenler, şehirlerde yaşam savaşı vermeye başladılar. İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Sakarya gibi batı şehirlerimizde varoşlar oluşmaya, şehir dışlarında derme çatma kaçak yapılaşmalar başladı. Bunun yanı sıra sosyal problemler, şehire hayatına uyum sağlayamama, ulaşım, alt yapı, eğitim sağlık ve asayiş gibi sorunlar şehirlerde baş göstermeye başladı. Artık üretici olan köylüler şehirde, birer tüketici olmuşlardı.
Acı reçete Truman doktrini yavaş yavaş işemeye başlamıştı   
1950'li yıların ortalarına kadar Anadolu insanı kara kılçıklı buğdayını kendi ekip, biçerdi. Türkiye kendi ihtiyacını karşıladıktan sonra geriye kalan, buğdayını da başka ülkelere ihraç ederdi. ABD'nin o yıllarda gıda alanında geliştirdiği ve kısa bir gelecekte yararlandığı ve adına “sonora" dediği bitki genetiğinin değiştirilmesi sonucu, üretimi arttırma yolunda yaptığı bir araştırma, kendi tarımında "büyük ilerleme" kaydetti.
Türk toplumunun temel besin maddesi olan kara kılçıklı doğal buğdayın yerine, genetiği değiştirilmiş tohum buğdayları ABD Türkiye’ye hibe etmeye başlamıştı. Türk köylüsü artık bu amerikan buğdayını kendi topraklarında tohum olarak kullanmaktaydı. Artık doğal kara kılçık anadolu buğdayı yoktu,zaten verim de az oluyordu. Amerikan planı tıkır tıkır işliyordu. Buğday’dan hemen sonra, hayvancılık sektöründeki süt ürünlerine el atıldı.  Marshall yardımları süt üreticilerine de darbe vurdu. Türkiye, artık yavaş yavaş ABD’nin yörüngesine girdikten sonra, ülkenin başına gelen en tehlikeli meselelerden biri Marshall Yardımı kapsamında Türk çocuklarının maruz kaldıkları gıda saldırısıydı.
O dönemde süt tozlarının piyasaya sürülmesi, süt üreticisine de darbe vurdu. Nitekim, aynı dönemde sütün litresinin 100 kuruş olduğu, süt tozlarının kilosunun ise 30 kuruşa satıldığı kaydedildi. 
Hatta süt tozunun topluma yayılması açısından, okullarda da teşviki sağlandı. Öğrenciler, sınıflarda sıralara girerek süt tozları tüketmeye başladı. 1973 yılında ilköğretim okuluna başladığım yıl, bizede süt tozu okuldan verildi, ancak anne ve babam süt dururken süt tozuda ne oluyor,diyerek tepkilerini ortaya koymuş ve bize süt tozu yerine, süt içirmişlerdi.
Ancak, Marshall yardımı kapsamında gelen, bu süt tozuydu ve süt tozundan anlaşma gereğince ilkokul öğrencilerinin hepsi yararlanacaktı. İlçe merkezlerinde ve köylerde hayvancılığın yaygın olarak yapıldığı bu dönemde, okula giden çocuklar süt ve süt ürünlerine doğal yollarla ulaşabildikleri halde, süt tozu tüketmek zorunda bırakılmışlardır.
Marshall Yardımının temel hedeflerinden biri de buydu. Süt tozu gibi gayet masum görünen malzemeler vasıtasıyla toplumun hücrelerine nüfuz etmek ve Türk toplumunun doğal yolla beslenme alışkanlıklarını değiştirerek Türkiye'yi kendine bağımlı hale getirmekti.
Marshall Planı ile ülkemize genetiği değiştirilmiş "bedava" buğdaydan sonra, doğal yolla beslenen çocuklarımıza süt tozu ve beraberinde "Çocuk Felci" aşısı, yardım olarak geldi. Süt tozunun zorunlu olarak içirildiği bu yıllarda, Türkiye'de ilk çocuk felci salgını görülmeye başlandı. Felçlere, hatta ölümlere yol açan bu hastalığa karşı aşıları da ABD, milyon dolarlar karşılığında Türkiye'ye sattı. 
ABD'nin güdümünde olan ve tüm dünyanın başının belası olan Dünya Bankası (İMF), bu süreçte boş durmamış, ABD emperyalizminin aracı olan İMF Türkiye’ye uzun vadeli ticari krediler açmış; bu krediler maalesef yatırım amaçlı kulandırılmamış, ancak siyasetçilerimiz için makam arabaları, kadınlarımız için naylon çoraplar, askerlerimiz için eski silahlar ABD'den alınmıştır.
Böylece Marshall Planı ile Türk halkının tüketim alışkanlıkları değiştirilmeye başlanarak, ABD ekonomisine bağımlı hale getirilmeye çalışılmıştır. 
Marshall Planıyla Türkiye’ye gelen yardımlar sayesinde üretim ve gelir artışı artmıştı, ama ekonomi dış kaynaklara bağımlı hale gelmişti. Üstelik 7 Eylül kararlarıyla birlikte önceden 1 dolar 1.80 Türk lirası iken, 2,80 liraya yükselmişti. Bu durum ihracattan gelen gelirleri düşürmüş ve ithalattan giden giderleri arttırmıştı. Bunların bir sonucu olarak ithalat ihracatı geçmişti. Türkiye ithalat yaptığı ülkelere fazlasıyla borçlanmaya başlamıştı.
31 Mayıs 1950 tarihinde ithalat yapılan ülkelere olan toplam dış borç 218 milyon 141 bin Türk lirasını bulmuştu ve bu dış borç hızla artmaya devam ediyordu. 1955 yılında bu borçlar 1 milyar 686 milyon 319 bin 466 Türk lirasına kadar yükseldi.
Durumun endişe uyandırması üzerine 1953 yılında Türkiye ithalatı azaltma kararı aldı. 1958 yılında ise 1 dolar 9 Türk lirasına yükseldi. Marshall Planı’nın Türkiye üzerindeki ekonomik etkisinin özeti olarak şunu söyleyebiliriz kaşıkla verip ardından çok daha fazlasını kepçeyle aldığı söyleyebiliriz. Plan Türkiye’yi dışa bağlayarak bir nevi sömürgeleştirme sistemi yaratmıştı ve Türkiye ABD’nin adeta açık pazarı haline gelmiştir Marshall Planı’nın başlattığı ekonomik hareketlenme, ekonomik bağımlılığa dönüşmüştür.
ABD’den alınan kredilerinin faiz oranı ise %2,5 idi. Bu kredilerin geri ödenmesi için 15 yıl ardından 44 yıl sürecek olan bir ödeme planı hazırlanmıştı. Her ne kadar Türkiye’nin ekonomisi geçen yıllar içerisinde bu yardımlarla geliştirilen başta tarım olmak üzere pek çok gelişme sayesinde artmış da olsa, böyle büyük bir meblağı ödemeyi kolaylaştırmamıştı. Türkiye, Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçlara maruz kalmıştı.
Türkiye, 1950'li yılların ortalarına kadar ekonomik olarak iyi durumdaydı. Ancak Marshall Planının getirdiği olumsuz etkiler, verilen krediler ve borçlandırmalar sayesinde ülke ekonomisi o tarihten beri bir türlü belini doğrultamadı.
Sonuç olarak; Cumhuriyet tarihinde ilk kez, ekonomi politikasına dışarıdan müdahalenin gerçekleştiği bu dönemde, Türkiye’nin ekonomik politikası ABD güdümünün emrine girmiştir.

Türkiye ekonomisinin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda ABD hükümetinin öne sürdüğü koşullar kabul edilmiştir. Yapılan anlaşmalar gereğince, hükümet, ekonomik gelişmede sanayi sektörüne verdiği ağırlığı azaltmış, sanayi yatırımları büyük ölçüde terk edilmiştir.

Bunun yerine kamu yatırımları tarımda makineleşmeye ve karayolları inşaatına kaydırılmıştır. Çünkü Marshall Planı çerçevesinde Türkiye, bir sanayi ülkesi değildir artık, Türkiye bir tarım ülkesidir imajı verilerek Avrupa’nın gıda ve hammadde deposu olarak görülmüştür.

Türkiye Marshall Planı kapsamında 1948-1952 yılları arasında yaklaşık 354 milyon dolarlık bir ABD yardımı almıştır.  Batı’nın yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu üzerinde kurduğu mali egemenliğin temel aracı olan kapitülasyonlardan, Lozan Antlaşması‘yla kurtulan Türkiye bu seferde Mashall Planı ile tekrar Batı’nın mali egemenliği altına girmiştir.

Çünkü Türkiye, Marshall yardımıyla birlikte birçok alandaki sanayi girişimlerini bırakmak ve bazı malların üretiminden vazgeçmek zorunda kalmıştır.