Türkiye, birçok aktif fay hattı üzerinde yer alan, bu nedenle sık sık depremlere maruz kalan bir ülkedir. Yarım asırda 4 büyük deprem meydana gelmiş; insan hayatını, mal ve mülklerini zararlı etkileyerek, yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Genel olarak bu depremlerden kısaca bahsetmek istiyorum.

İlk deprem, 1939 Erzincan depremi!
27 Aralık 1939 tarihinde 7.9 büyüklüğünde meydana gelen depremde, 32 bin 968 kişi hayatını kaybetti. 100 binden fazla insan yaralandı, 116 bin 720 bina tamamen yıkıldı. 50 saniye süren deprem, yerin 20 km derinliğinde gerçekleşti.

Hala etkisinde olduğumuz en büyük ve yıkıcı olan ikinci deprem ise 1999 Gölcük depremi! Marmara Bölgesi'nde meydana gelen ve 17.000 kişinin hayatını kaybettiği depremin şiddeti 7.6 büyüklüğünde oldu. İstanbul ve çevresinde büyük hasarlar meydana gelmiştir.

Üçüncü büyük deprem ise, 2011 yılında Van’da meydana gelmiş ve yaklaşık 1.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Depremin şiddeti 7.2 büyüklüğünde oldu. Depremin gerçekleştiği şehir ve yakınlarında, yapılar büyük ölçüde zarar gördü.
Deprem sırasında binlerce insan evsiz kaldı. Türkiye’nin doğal afetlere karşı hazırlıklı olma kapasitesinin, eksikliğini ortaya koydu ve ülkenin bu alanda yapılması gereken çalışmaların önemini gündeme getirdi.

Bu büyük depremlerden sonra inşaat sektöründe yeni yönetmelikler getirilip önlemler alınsa da dördüncü depremle beraber, yasa boğulan ülkemizde sadece yönetmelikle bunların aşılamadığını gördük. Bu durum yapı denetim ve kontrollerinin eksikliğine işaret ediyor. Görüyoruz ki 3 yıllık yapılar, hatta devam etmekte olan inşaatlar dahi bu depremle yerle bir olmuş ve hasar görmüştür. Her ne olursa olsun, kontroller daha derin yapılıp inşaatı gerçekleştiren iş verenin, tüm kalemleri gözeterek hiçbir malzemeden kaçmadan onaylanan projeyi uygulatma konusunda taviz verilmemesi gerektiğinin kanısına varıyoruz.

Dördüncü ve en son depremle, yapı imalatı kontrolü yapan denetim elemanlarının, özveriden uzak çalıştığını göstermiştir. Her ne kadar kaçınılmaz kaderimiz olan depremlerin canımıza ve malımıza zarar vermesi kaçınılmaz olsa da
deprem güvenliğine yapılan yatırımlar ve insanların bilinçlendirmeleri, depremlerin etkilerinin azaltılmasına yardımcı olabilir.

Gündemimizde olan ve 10 şehre etki eden, şiddeti 7.7’lik olan bu depremde, yerle bir olan binalar ve altında kalan yaşamlar, Türkiye’yi ve kardeş ülkeleri mateme bürümüştür.
Dünyanın hemen hemen her yerinden destekler gelse de ülkemizin insanı kardeşlerine yardımlarını esirgememiş, iş makinalarının olmadığı yerlerde elleriyle molozların arasından bir canlıya daha nefes olmak umuduyla var gücüyle çalışmıştır. Ülkemizin her yerinden elindeki desteği ulaştırmak için canla başla yardıma giden vatanseverlerimizin yanı sıra bu durumu fırsat bilip böylesi acılı günümüzde bile hala siyaset yapan ve bunu çıkar haline getiren sosyal mecralarda bunları destekleyen fenomenleri ayrıca kınıyorum. Beraber tek yürek olmamız gereken bugün de maalesef krizi fırsat bilip yardıma giden tırları soymaya çalışanları, ekmeğe, yorgana, ve bunun gibi temel ihtiyaçlara zam yapanları enkaz altında kalan marketleri yağmalayanları ve böylesi acılı günümüzde tabiri caizse destek değilde köstek olanları ne ülkemiz ne insanlığımız nede vicdanımız hiçbir zaman affetmeyecektir. Ülkemizin bu acılı gününde vefat edenlere Allahtan rahmet, yaralılara şifa, enkazda ailesini ve yakınlarını kaybetmiş kardeşlerimize sabırlar diliyorum .

Sözlerime Yunus Emre'nin şu güzel sözüyle son vermek istiyorum;
Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.