Okullar açıldı. Zil çaldı ve ders başladı. Yeryüzünün en kutsal mesleğini, ülkemizde çok zor şartlarda icra eden öğretmenlerimiz sınıflarda öğrencileriyle buluştu...

Öğretmenler geçim sıkıntısı içerisinde. Rekor zamlarla oluşan hayat pahalılığı altında eziliyor. Hayatını idame ettirebilmek için çoğu ek iş arıyor. Sesini duyurmak ve mesleki sıkıntılarını dile getirmek isteyen öğretmenlere, en tepede “Çapulcu!” yaftası yapıştırılıyor. Bir dönem eğitimin başındaki kişi, öğretmen olmak isteyenleri Eminönü camisinin önünde yem bekleyen güvercinlere benzetiyor. Öğretmene tepeden bu yaklaşımla bakıldığı için, vasatı aşamayan liyakatsiz idarecilerin tarafgir yaklaşımlarıyla incitilen, kırılan, küstürülen, fedakâr öğretmenler öğrencileriyle buluştu…

Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstenen eğitim alınabilen bir Türkiye inşa ettik. Onların iyi dediği Türkiye üst üste yığılı şekilde eğitim alınan bir Türkiye'ydi. Derslik sayımızı ikiye katlayarak kalabalık sınıf sorununu çözüme kavuşturduk” diyor.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, “Okul öncesinden ortaöğretime, ortaöğretimden yükseköğretime bu ülkenin evlatlarının eğitimin tüm kademesine çok rahat bir şekilde erişebilmeleri için devasa yatırımların yapıldığı bir dönem. 300 bin civarındaki dersliklerimizin sayısı bugün itibarıyla 857 binlere çıktı. Yani bir milyona yakın” diyor.

İktidar cephesinde bakıldığında her şey yolunda. Hiçbir eksik yok. Ders kitaplarını da yardımcı kitapları da devlet veriyor.

Peki, eğitim ve öğretimle ilgili bütün ihtiyaçlar kürsüde söylendiği gibi mi? Her şey tamam, her şey yerli yerinde mi? Eğitim ve öğretimin kusursuz yürütülmesi için öğrencilerin ve okulların ihtiyaçları giderilebildi mi? Öğretmenlere verilen sözler tutuldu, özlük haklarında iyileştirme yapıldı mı? Veliler çocuklarının ihtiyaçlarını rahat karşılayabiliyor mu?

Her şey kürsüde söylendiği gibi değil elbette. Okulların kadrosu, konumu, fiziki şartları ve bölgeleri birbirinden çok farklı. Durum böyle olunca, vatandaş da haliyle çocuğunun daha iyi bir okulda, daha iyi eğitim almasını istiyor. Bu da bazı okullara talebin artmasına sebep oluyor.

Açıklamalara göre okullar kendi bölgeleri dışında kayıt alamıyor. Ancak, ne yazık ki durum hiç de söylendiği gibi değil. “Okullar bölge dışında kayıt alamayacak” dense de, okul ihtiyaçlarını karşılamak için müdürler, bu bölge dışı kayıtlara umut bağlamış durumda. Öte yandan Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, "Kesinlikle okula kayıtlarda bağış alınmayacak” diyor. Ardından “Bir veli isterse okulun güçlenmesi için okul aile birliğine bağış yapabilir ama kayıtla kesinlikle ilişkilendirilmeyecek." dedi.

Bursa’da okul bölgesi dışındaki kayıtlar dudak uçuklatıyor. 30 bil liraya kadar talep edildiğini duyuyoruz. Pazarlık yapıldığında bu rakamın 15 bin liraya kadar indiği söyleniyor. Ancak bir şartla. Bu bağışı yapan kişi öğrenci velisi veya soyadı tutan bir yakını olmayacak. Soyadı tutmayan bir akrabanın TC kimlik numarası isteniyor ve bağış makbuzu bu isme kesiliyor. Bu durumda, bakanın tabiriyle “Bir veli!” isteyerek okula bağış yapmış oluyor. Çocuğunun iyi eğitim alması uğruna bazı veliler borçlanarak kayıt yaptırmak zorunda kalıyor.

Bir başka konu, Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü okullara gönderdiği genelgeyle “Temel Eğitim çağında bulunan ve eğitime devam etmek üzere okullara müracaat eden Suriyeli öğrencilerin kayıt işlemlerinin adres şartı aranmaksızın yapılması gerekmektedir” diyor. Vatandaş bin bir güçlükle istediği okula kayıt yaptırmaya çalışırken misafire(!) gösterilen anlayış ev sahibine neden gösterilmez?

Velileri bekleyen bir diğer konu da okul kıyafetine ulaşmak. Okullarda kıyafet değiştirmenin kuralları yönetmenliklerle belirlenmiş olmasına rağmen bazı okul müdürleri yönetmenlikleri hiçe sayılarak kıyafet değiştirme yoluna gidiyor. Kendilerine göre bu kural dışı uygulamanın gerekçesi “Okul ihtiyaçlarını” karşılamak.

Öyle müdürler var ki atanır atanmaz işe kıyafet değiştirerek başlıyor. Sanki eğitimle ilgili her işi halletmiş ve sadece kıyafet kusur kalmış gibi. Yeterli denetim yapılmıyor. Görevlilerce göz yumulduğu için de kıyafet konusundaki yetki suiistimali velileri satıcıların insafına bırakıyor. Rekabet ortadan kalktığı için kalite düşüyor, fiyat yükseliyor. Çocuğuna bir simit parası vermekten mahrum veli, kıyafeti ederinden daha yüksek fiyata alarak mağdur oluyor.

Okul müdürlerinin keyfi uygulamalarına bir başka örnek de, öğrencilerin sınıflara dağılımı ve öğretmenleri görevlendirme sırasında yaşanan ayrıcalıklar. Burada mesleki başarı ve tecrübe yerine kuralları hiçe sayan yandaş kayırma öne çıkıyor. Yetiştirme kurslarında adaletsiz davranıldığı, yandaş öğretmenlere daha fazla kurs verildiği iddiaları var.

Bir okul müdürü sırf kendisi gibi düşünmediği için, mesleki kariyeri kendi yaşından büyük, başarılı projelere imza atmış, birçok ödül almış öğretmene, “Canım kiminle çalışmak istiyorsa onunla çalışırım. Size soracak değilim ya!” diyor. Seviye sınıfları yapmak yönetmenliklerce yasak olmasına karşılık, el altında seviye sınıfları yapıyor. Başarılı sınıflara sırf yandaş olduğu için tecrübesiz öğretmenleri, velilere çok başarılı diye lanse ederek görevlendiriyor. Liyakatli öğretmenleri seviyesi düşük sınıflara vererek veli ve öğrenci nezdinde değersizleştiriyor. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün.

Görülen o ki, tepede işi doğru yapmak yerine kendince doğruyu yapma, yani minareye kılıf uydurma anlayışı tabanda katlanarak kendini hissettiriyor.

Öğrencilerimizi adeta bir elmas gibi sabırla özenle işleyen öğretmenlerimize şükranlarımı sunuyorum.” Bu sözlerin eylemde de kendini hissettirmesini ülkemizin geleceği açısından oldukça önemsiyor ve gerçekleşmesini umut ediyorum. Muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız eğitimin parti politikası yerine ancak devlet politikası olmasıyla gerçekleşeceğine inanıyorum.