“Emekli olduktan sonra ideallerim doğrultusunda faaliyet gösterdiğine inandığım bir organizasyona katıldım. Fırsat buldukça da her toplantıya katılmaya gayret ettim. Şahsi herhangi bir beklentim yoktu. Tek istediğim çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakmak için elimden geldiğince faydalı olmaktı.

Bir törende yanlışlar yapıldığını görünce sorumluyu uyarmak istedim. Oralı olmadı, tekrar uyarmak isteyince, ‘Görmüyor musun müsait değilim. Sen laf anlamaz mısın?’ sözleri karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Yaşadığım hayal kırıklığıyla şok olmuştum. Bir kadın olarak evladım yaşındaki birinin terbiyesine(!) mi, bu tarz insanların söz sahibi yapılmasına mı yanayım, bilemedim. Bu nezaketli(!) davranışın gücünü değerlerimizden mi, yoksa kendini oraya getiren, sırtını dayadığı birilerinden mi alıyor? O ortamda bulunmamın mesleki kariyerim ve kişiliğime zarar vereceği düşüncesiyle ayrıldım…”

***

“Heykelde bir tören sonrası hatıra fotoğraf çektirmeye hazırlanırken başkanın yanındaydım. O anda merhum Levent Kırca’nın parodilerinin yedi ceddine rahmet okutacak bir eylem şahit oldum. Arkadan birileri insanları iterek öne geçmeye çalışıyorlardı. O fotoğrafta illa en önde başkanın yanında olacaklarmış. Bir anda kenara itildim, karenin dışında kaldım…”

***

 

Nilüferde büronun bulunduğu İş Merkezi yandı. Bu yangında aynı binada zarar gören diğer arkadaşımızla ilgili sosyal medyada boy boy ‘geçmiş olsun’ paylaşımları yapılırken, benimle ilgili ne bir paylaşıma rastladım, ne de arayan oldu.”

***

“Rahatsızlandım, günlerce hastanede yatıp tedavi oldum. Sağlığımda her şeylerine koştuğum arkadaşlarımda aynı desteği görmedim. Kendilerince önemli gördüklerini hastane odalarında ziyaret edip çektirdikleri fotoğrafları paylaşırken benim yokluğum dahi fark etmedi…”

Burada aranmamanın ya da aranmanın sebebi popülizm mi değerler mi?

 

Farkında olsak da olmasak da yukarıdaki serzenişlere benzer örnekler oldukça fazla. İnsanlar sevinç ve kederlerinin paylaşılmasını isterler. Aynı yapı içerisinde birilerinin çok önemli günlerinde yanında olurken, diğerlerinin yanında olmamanızın göze batmayacağını sansanız da mutlaka fark edilir.

Bizler son derece sosyal canlarız; hayatlarımız insanoğlunun oluşturduğu topluluk içinde kendi yerimizi aramakla geçer. Yerimizi bulduğumuzda önemsendiğimizi hissettiğimiz oranda da oraya bağlanırız…

 

Bulunduğunuz ortama gelen bir arkadaşınızın menfaat göreceği insanlara samimi davranıp kucaklaşırken, diğerleriyle yüzeysel tokalaştığını düşünün. Bazılarıyla uzaktan selamlaşıyor, sizi de görmezden geliyor. Bunun bir seferle sınırlı olmadığını biliyorsunuz. Beklentisi olduğu zamanlarda samimi davranıp sizinle de kucaklaştığını hatırlıyorsunuz. Bu tutarsız durum karşısında ne hissederdiniz?

 

Bu tür davranışlara maruz kalanın zihninde oluşturduğu psikolojik şiddet etkisini önceki yazılarımda vurgulamıştım.

Her eylem karşımızdakinde olumlu ya da olumsuz bir duygunun ortaya çıkmasına neden olur. Duygular, uyarıcılara karşı algılarımızın oluşturduğu içsel bir tutumdur ve çevreye uyum sağlamamızı kolaylaştırır. Araştırmalar olumlu duyguların kişiyi mutlu edip kendini değerli hissetmesini sağlarken, olumsuz duyguların kişiyi mutsuzlaştırıp kendini değersiz hissetmesini sağladığını göstermektedir.

Yeryüzünde herkes bizim gibi. “Birisi olmak!”  ve saygı görmek istiyor. İlkel benliğimiz öylesine ağır basıyor ki, her yerde önde olmaya kendimiz dışındakileri layık görmüyoruz. Her şartta kendimizi layık olduğumuz yere konumlandırıyoruz.

Demek ki popüler olmak değerli olmaktan daha değerli!

 

Peki, adabın olmadığı yerde edep olur mu?

 

Adabın, kurum kültürüne, kurum değerlerine uygun şekilde davranmak olduğunu, edebin de ahlak, terbiye, görgü, nezaket, zarafet, incelik, hoşgörü ve benzeri davranışlar olduğunu bildiğimizde yukarıda anlatılanlar konusunda ne düşünürüz?

 

“Girdim ilim meclisine
Eyledim kıldım talep
Dediler ilim geride
İllâ edep, illâ edep.” (Yunus Emre)