Milli birlik için biz olabilmeliyiz…

Peki, biz kimiz?  Türk milletinin evladı olmaktan ve bütün benliğiyle ona hizmet etmekten onur duyan, Türk milletini muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak için var gücüyle çalışan, buna inanan bir grup insanız. Bu uğurda her türlü zorluğa samimiyetle göğüs germeyi göze alarak çok zor zamanda, çok zor şartlar altında, “Medeniyet yolunun taşlarını sadece cesurlar döşer.” düsturuyla yola çıkmış; “Önce millet, önce memleket” diyen, cesur yüreklileriz.

Milli ve manevi değerlerimiz, dilimiz, dinimiz, gelenek ve göreneklerimiz; milletimizin birliği, vatanımızın bütünlüğü, tarihimiz, bayrağımız, İstiklal Marşımız üzerinde asla taviz vermeyeceğimiz temel değerlerimizdir.

Ortaya çıkma gerekçelerimiz ve var olma sebeplerimiz vardı: Var olma sebebimiz, ortaya çıkma gerekçemiz neydi?

1-  Anayasanın ilk 4 maddesi fütursuz tartışmaların odağına çekilmek isteniyordu.

2-  Cumhuriyetin nitelikleri, devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti tartışılır olmuştu. Anayasamızın temel değerleri tehdit altındaydı.

3-  12 Eylül 2010 referandumu ile yargı FETÖ örgütünün güdümüne geçirmiş, orduyu ele geçirme düşüncesiyle kurulan kumpaslar hız kazanmıştı…

4-  Cumhuriyetin kuruluş felsefesine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmak; eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak, ifade özgürlüğünü savunmak, çağdaş medeniyetleri yakalama doğrultusunda mücadele etmek, sevgi ve saygı dilini kullanarak insanlarımızın kutuplaşma sonucunda ayrışmasını önüne geçmek…

5- 21 Mart 2013'te, Abdullah Öcalan’ım mektubu Diyarbakır'da Nevruz etkinlikleri sırasında hem Türkçe, hem Kürtçe okutulmuş ve sözde “çözüm süreci” başlatılmıştı...

6- Emperyalizmin yerli uşakları gemi azıya almış istediği gibi konuşuyorlardı. Özellikle sözde “Çözüm süreci!” boyunca bu tür söylemler fikir özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyor, iktidar tarafından yeterli tepki gösterilmiyor, tedbir alınmıyordu…

7-   2016’ya geldiğimizde deflete bütün kurumlarında varlığını iyiden iyiye hissettiren FETÖ iyice palazlanmıştı. Nitekim 15 Temmuz’da kalkıştığı alçak darbe girişimi milletimizin feraseti ve güvenlik güçlerimizin gayretiyle bastırılmıştı…

8-  16 Nisan 2017’de Anayasa Değişikliği Halkoylamasında son anda mühürsüz oylar da geçerli sayılmış, Anayasa değişikliği kabul edilmiş, Anayasadaki “Kuvvetler Ayrılığı”  kuvvetler birliğine dönüşmüş ve kuvvetler tek elden toplanmıştı…

9- Toplumun huzuru ve milli dayanışma duygusu iktidarın kutuplaştırıcı dil kullanması bağlamında bozuluyordu…

10- Devleti yönetmek üzerine iş başına gelen iktidar mensupları, kendilerini devletin sahibi gibi görmeye başlıyor, vatandaşa yapılan devlet yardımlarını manipüle ediyor, kendilerince yapıyormuş algısı oluşturma gayretleri hız kesmeden devam ediyordu…

11-  Devletin bütün yatırımları, iktidar yatırımı algısı oluşturma amacıyla servis ediliyordu. Zamanla ana akım medyanın da iktidar kontrolüne girmesiyle, toplumda bu doğrultuda algı oluşturmada istenen sonuca ulaşılıyordu…

12- Yasakları, yolsuzlukları, dolayısıyla da yoksulluğu bitirme vaadiyle iş başına gelen iktidar, vatandaşa hizmeti bırakmış iktidarını sürdürme mücadelesine girmişti. Öyle ki, iktidarın yanlışlarına yapılan eleştirileri, devlete yapılmış gibi pompalıyor, medya gücüyle bu da başarılıyordu. Demokrasinin olmazsa olmazlarında halkın problemlerini dile getirmesi gereken medya artık iktidarın propaganda aygıtı gibi çalışıyordu…

Gerekçemiz bunlar ve bunlara benzer oluşumlardı.

İşte böylesine zor şartlarda, halat çekme oyunundan ileri gitmeyen iki kutuplu siyasi mücadele insanımıza fayda getirmiyordu. Toplumun her kesiminde, bu kısır çekişmelerden mustarip olan insanların sayısı artıyordu. Siyasetin sert üslubu insanları birbirine karşı ötekileştirmekten, şeytanlaştırmaktan, dolayısıyla birbirine karşı bilemekten öteye gitmiyordu…

Gidişatın ülkemizin hayrına olmadığını düşünenlerin sayısı gün be gün artıyordu. Siyasi partilerde üst yönetimlerinin sergilediği tutum ve davranış gelecek için kaygı veriyor, alt katmanlarda huzursuzluğu artırıyordu. Mensubu oldukları siyasi partilerden durumu düzeltme adına bir mücadele görmeyen, ya da yeterince tepki gösterildiğine inanmayanlar bir arayış içindeydiler…

Klasikleşmiş, kanıksanmış ve kutuplaşmış siyasi yaklaşımlar milletimizin problemlerinin çözümü konusunda umut vermiyordu. Yeni bir yol, çift kutuplu siyasete bir üçüncü yol açma, ülkeye nefes aldıracak, bir üçüncü alternatif kaçınılmaz olmuştu…

Toplumun her kesimden sorumluluk almak gerekliliğine inananların sayısı artıyordu. Çok zor zamanlarda, çok zor şartlar altında her zorluğa katlanarak, her türlü bedeli ödemeyi göze alan “cesur yürekli” bir gurup insanla yola çıkıldı. Dirençlerini kırmak için akla hayale gelmeyecek engellerle karşılaştılar. Yüklendikleri sorumluluğun şuuruyla bir adım dahi geri çekilmediler…

Toplumda karşılık bulmanın ortaya çıkardığı pozitif enerji ve geleceğe olan inanç, karşılaştıkları engellerin aşılmasında en önemli etkendi…

Baskı ve engelleme girişimleri insanları daha fazla birbirine yaklaştırıyor, bu birlikteliğin getirdiği sinerji heyecanı yükseltiyor, daha fazla katılımın yolunu açıyordu…

Gün be gün “biz” olarak çoğalıyorduk…

(Devam edecek)