Kendini nasıl tanımlıyorsun diye sorduğum bir öğretmen arkadaşım, “Mutaassıp” diye cevap vermişti. Çoğunlukla mutaassıplık ile muhafazakarlık birbiriyle karıştırılmakta ve birbirinin yerine kullanılmaktadır.

Muhafazakârlık, mevcudu, var olanı korumak, muhafaza etmek olduğuna göre, bizi biz yapan, bizi diğer toplumlardan ayıran,  geleneksel ve sosyal değerlerin korunmasına hizmet eder. Kendi değerlerini korurken başkalarının da değerlerine saygı göster.

 Günümüzde kendini muhafazakar olan tanımayanların bir çoğunun muhafazakârlık ile hiçbir ilgisinin, alakasının olmadığını görülmekte.  Sormadan, sorgulamadan, inceleyip araştırmadan, üzerine düşünmeden, sadece bir kişinin sözlerine itaat eden bir yaklaşım görülüyor. Bu olsa olsa mutaassıplık olur.  Sormayan, sorgulamayan, inceleyip araştırmayan, körü körüne inanan insanların kendilerine muhafazakar olarak adlandırmaları, böyle kabul etmeleri doğru bir tespit ya da doğru bir tanımlama olmaz. Bağnazlıkla muhafazakârlık birbirine taban tabana zıt iki kavramdır.  Bağnaz insan sorup sorgulamaz başkasına hayat hakkı tanımaz,

Taassup, bir dine, bir guruba, bir görüşe, bir düşünceye veya bir partiye aşırı derecede ve körü körüne bağlanma olarak tanımlanmaktadır.

 Tanımında da anlaşılacağı gibi dini bir terim olarak kullanılması doğru olmaz. Din, mezhep, ırk, siyaset, spor gibi alanlarda taassup sahibi insanlarla karşılaşmak mümkündür. Bu durumdaki insanlar kendilerine dikte ettirilen fikirleri sorup, sorgulamadan körü körüne bağlandıkları için fanatizme daha yatkınlardır. Kendi doğrularından başka doğru kabul etmeme eğilimindedirler.  

Taassup, bir başka ifadeyle bağnazlıktır. İnsanlar, bağnazlık dendiğinde sadece dini konulardan bahsediliyormuş gibi bir yanılgı içerisine giriyorlar. Bağnazlık dini konularda olduğu gibi, siyasi, ekonomik, kültürel, ideolojik, sportif konularda da karşımıza çıkmaktadır. En bariz göstergesi sabit fikirliliktir.

Taassup sahibi insanların ufku dar, görüşleri kısıtlıdır. Sadece biat ettikleri otoritenin görüşlerine itibar eder, karşıt düşüncelere hoşgörü göstermez, gerektiğinde kısır tartışmalardan geri durmazlar. Kıskanç ve hasettir. Kendinden başka kimseye değer vermez. “En iyisi benim bildiğim, en doğrusu benim yaptığım” tavrındadır.

Taassup sahibi insan köleliği gönüllü kabul etmiştir. Sorgulamaktan vazgeçmiş biat ederek efendisinin her sözüne boyun eğmiştir.  Hal böyle olunca da kendi özgün ve özgür iradesini kullanma şansını kaybetmiştir. Efendi ne derse doğrudur ve yapılması gereken odur. Kendi düşüncesinin hiçbir değeri yok, efendi yanlışta söylüyorsa mutlaka bir bildiği vardır!

Taassup sahibi insanların çok olduğu topluluklarda herkes fikrini açıkça söyleyemez. Kendisini dünyanın merkezinde gören bu tür insanların olduğu yerlerde birlik beraberlik bozulur. İnsanlar arasında kin ve nefret tohumları yeşermeye başlar.

Mevlânâ Hazretleri “Dilbilimci ile Gemici” hikayesinde taassubun gülünç yönlerini oraya koymaktadır.

Dilbilimci ile Gemici

Kendini beğenmiş bir dilbilimci gemiye biner. Yolda giderken gemici ile aralarında şu konuşma geçer.

Dilbilimci: Sen dilbilgisi biliyor musun?

Gemici: Hayır.

Dilbilimci: Öyleyse ömrünün yarısı boşa gitti!

Gemici öfkelenir, gönlü kırılır; fakat hemencecik belli etmez, bekler... Susmayı tercih eder.

Derken, biraz sonra fırtına çıkar, gemi sallanmaya başlar. İşte dilbilimciye cevap vermenin tam sırasıdır.                                                                                                                                        Bu sefer de şöyle bir hesaplaşma başlar.

Gemici: Hey! Söyle bakalım, sen yüzme bilir misin?

Dilbilimci: Hayır, a güzel cevaplar veren güzel yüzlü!

Gemici: A dilbilimci, şimdi senin bütün ömrün boşa gitti. Çünkü gemi girdaplarda batar gider

Mevlânâ burada, kendi yetenek ve mesleğini diğerlerinden üstün gören bencil ve dar görüşlü bir kişinin, karşı karşıya kaldığı kötü ve gülünç durumu tasvir etmektedir.

Birlikte yaşadığımız insanların en az bir özellikleriyle bizden üstün olduğu gerçeğini bilmemiz, insanlarla ilişkilerimiz konusunda daha tutarlı olmamızın yolunu açar.

Taassubun en tehlikelisi, siyasi ve dini taassuptur. Dini taassup dine, siyasi taassup da ülke bütünlüğüne zarar vermektedir. Ülkemizde son dönemlerde meydana gelen gelişmeler bunun en  açık göstermektedir.