Uzunca bir aradan sonra yine yeniden ve kaldığımız yerden devam ederek sizlerleyim. Ülkemizin en önemli gündemi ekonomi olunca, bir iktisatçı olarak ben de bir şeyler yazıp çizmesem olmazdı.

Yaşamakta olduğumuz kriz, kurunun yanında yaşın da yanacağı çok acımasız bir hal almaya doğru gidiyor. Dövizin artışı, Hükümetin krizde ilk tepkisi, bankaların ahlaksız davranışları gibi birçok etkeni olan uzun süreli, sıkıntılı bir yol. Öncelikle hastalığı kabullenmek ve ardından tedaviye başlamak gerek.

Evet, krizin yani dövizin kontrolden çıktığı ilk zamanda Merkez Bankası ile bankalar arasındaki faiz dengesinin üstüne çıkan faiz oranları piyasaları tamamen kilitledi. Bu durumu aşmak için Hükümet, Bakanlık düzeyinde bankalar ile bir toplantı düzenleyerek, bankalara garanti vererek bir çözüm bulmaya karar verdi. Yani bankaları şirketlere, bireylere tercih eden bir karar ile çözüm bulundu.

Ancak kısa bir süre sonra 3 bankamızın Türk Telekom’un satışı süresinde T Banka kredi verdiği ve bu krediyi ödeyemeyen T Bank yüzünden 3 bankanın Türk Telekom için devreye girdiği ortaya çıktı. Yani bankalar şirketleri, bankaları değil aslında kendi risklerinin derdine düşmüştü. Bu nedenle özellikle ülkemizde lokomotif konumundaki birçok şirket bu krizi mali krizden finansal bir kriz noktasında yaşamaya başladı.

Nakit akış dengesindeki sıkıntılar nedeniyle ciddi sorunlar yaşandığı da her gün ortaya çıkıyor.

Orta ve küçük ölçekli şirketler için de KOBİ destek kredisini gündeme getiren Hükümet, bu krediyi de bankalar aracılığı ile vermeyi kararlaştırdı. Bankalar ise bu kredileri ihtiyaç sahiplerine vermek yerine portföylerindeki sorunlu alacakları tahsile bir çare olarak kullanıp yine kendilerine menfaat sağlamaya devam ediyorlar. Kredi Garanti Fonu’nun kefil olduğu bu kredilerin üstüne KOBİ’lerden ekstra ipotek talep eden bankalar sorunlu alacaklarına da KGF’yi bağlayarak dışa dönük değil kendi iç risklerini düzenliyorlar.

Yağmurlu havada değil de güneşli havada şemsiye veren bankalar, bu krizin derinleşmesine doğru çok tehlikeli bir rol oynamaktadır.

Faizlerin yüksekliğinden şikayet eden bankalar yıllık yüzde 50’yi bulan faizleri uyguluyor. Vatandaşın hesaplarını, bankaların adını kendi koydukları kesintilerle tırtıkladıkları bir dönemi yaşıyoruz.

Hükümetin, ülkemizde 48’i bulan bankalara güvenerek bu ekonomik krize çare araması bence yapılan en büyük yanlıştı.

Bu krizde üretim yapan şirketlerin nakit akışı sorunu yaşaması nedeniyle borçlarını ödeyememesi durumunda hem bankalar hem çalışanlar hem de vergi açısından devletimiz, doğal olarak tüm bileşenler zarar görecektir. Bankaların kontrolü sağlanmaz ise daha büyük sorunlar kapıdadır.