Büyük elti küçük eltinin yazlık evine gelmişti. 8 yaşında oğlu, 10 yaşında kızı vardı. Küçük eltinin de 4 yaşında kızı, 6 yaşında oğlu vardı.

Kadın 1 hafta kalırlar düşüncesiyle kabul etmişti ama bunlar 20 gün geçmiş halen kalmaya devam ediyordu.

Evin bütün yükü küçük eltideydi.

Çocuklar denizden geliyor, banyolarını yaptırıyor, üstünden çıkanları yıkıyor, yemek hazırlayıp sofra kuruyordu.

Bir defasında “Gözleme yapar mısın?” diye ricada bulunmuş, o da kıtır kıtır pişirip ikram etmişti. Eşi de sofrada kendisine kızmış “Ne kötü pişirmişsin” demişti.

4 yaşındaki kızı gece yatağını ıslatmazken, bunun 8 yaşındaki oğlu her akşam çekyatı tuvalet gibi kullanıyordu.

“Altına naylon yayalım” desek kabul etmiyordu. “Oğlum utanıyor, izin vermiyor” diyordu.

Altını ıslatıp, evi kokutmaya utanmıyordu.

Hiç bir masrafa karışmıyorlardı.

20 günde tek bir gün, kızının isteği üzerine bir kola (evdeki bittiği için) aldı.

O da çocukları ve kendisi için.

Ev halkından bir tek 4 yaşındaki kıza vardı, diğerlerine ikram yoktu.

Kolayı bitirince unutmuş numarası yaparak “Ben size en iyisi iyi bir çay demleyeyim” demişti.

Küçük eltiyi misafir kalmaları rahatsız etmiyordu. Oğlunun her akşam altını ıslatması dayanılmazdı.

“Acilen işimiz çıktı hemen evimize dönüyoruz” diyerek onlarla birlikte yaz sezonunun tadını çıkarmadan kışlığına dönmüşlerdi.

Onları kendi evlerine bıraktılar. O yaşta oğlun utanıyor diye çocuğa verdikleri zararın farkında değillerdi. Doktora götürüp tedavi ettirelim, iler ki hayatında sorun yaşamasın diye düşünceleri yoktu.

Çekyatını da çöpe attı. Onlardan kalan yorgan, çarşaf ne varsa kendilerine hediye etti açık açık söyleyerek, “Ben bunları artık kullanmam sizin olsun” dedi.

Zaten yazlığında çamaşır makinesi de yoktu. Elde yıkayıp, hediye etmişti.

Karşı tarafta yine umursamazlık...

“İyi oldu, bunlar güzel örtülerdi beğendim” dedi yüzsüzce.

Gerçi yüzsüzlük diye bir düşüncesi yoktu. Evine köyden misafiri gelse mutlaka hepsini toplar, hiç sormadan, çat kapı akşam yemeğine getirirdi.

Küçük elti misafiri sever, misafirin hatırına kötü söz söylemezdi.

Herkese özel yemek masasında, ayrı tabaklarda ve bardaklarda ikramda bulunurdu.

Kendi bunları evinde tesadüf, kırk yılda bir ağırlaması gerekse, 4 tane kuru soğan, 2 yemek kaşığı kavurma, bir tavada pişirir, tavayla ortaya koyar, yanına da küçük kasede lor peyniri, çay, ekmek yuvarlak tepside, yer sofrasında 8 kişilik ev halkı “Buyur gel, ister doy ister doyma” dalga geçer gibi ikram ederdi.

Fakir denilse yok değillerdi.

Köyden gelen iki kova dolusu kavurma, onun gönlünden düşen 2 yemek kaşığı...

Onların yanında küçük elti fakirdi ama gönlü zengindi.

Evde ne kadar eti varsa geldiklerinde ikram ederdi. Tatlısı, meyvesi yağdırırdı.

4 yaşındaki kızı eltisinin kızını yani kuzenini çok severdi. Nereye gezmeye gitseler mutlaka onları da yanlarında götürürlerdi.

Bir gün büyük eltinin büyüklüğü tuttu.

Kendisini arayan küçük eltisine “Bir daha bizi arayıp sormayın. Eşim kardeşine kızmış, küsmüş, konuşmak istemiyor. Siz de bir daha bu telefonu aramayın” diyerek ikazda bulundu.

Bindiği dalı kesmek diye buna derler.

O sakin, duru küçük elti tam bir karakter sahibi kadındı. 

O gün bu gün asla kapılarının önünden bile geçmedi ta ki 22 yıl sonra büyük eltinin eşi ölünce baş sağlığı dilemek için eşiyle birlikte gittiler.

Bazen kendimizi akıllı sanırız. Karşımızdakini aptal gibi görür, onun iyiliğinden faydalanabildiğimiz kadar devam ederiz.

Kaybeden gerçekte kendini akıllı sanandır.

İçimizden nasıl geliyorsa öyle yaşamaya devam edelim.

Saygılar.