İnsanların doğuştan getirdiği bazı yetenekleri olduğu kaçınılmaz. Kimi resim yapar, kimi beste yapar, kiminin sesi güzeldir bülbül gibi şakır, kimi roman yazar, kimisi şiir, kimi çok konuşur, kimisi içine kapanır derdini paylaşmaz. Her insan farklı kişiliklerle dünyaya gelir. Kimi merhametli kimi cimri. Aklıma geldi.

Ankaralı Reis Amca’mız vardı. Yılda bir Bursa’ya gelirdi eşi ile. Kadın son derece eli açık, cömert kişiliğe sahipken o zenginliğin içinde Reis Amca’mın cimriliğinin eline kimse su dökemezdi. Han sahibi, apartman sahibiydi. Çocukları Hollanda’da kirada otururdu. Devlet yardımı alırdı. Eşinin ve gelininin emekli maaşlarını da kendi alırdı. Onlara ihtiyaç durumunda isterseler verirdi. Bir gün Ulucami’ye gittik. Cami çıkışında eşi lavaboya gidecek çocuk gibi para isterdi. O da çocuğa verir gibi bozuk para verirdi. Giyim parası istese “Ben sana altın aldım. Gözün yine doymuyor” diye geri çevirirdi.

İnsanı altın dolu odaya koysan sana faydası olmadıktan sonra kullanamadığın paranın ne önemi var.

Senede bir kez bizi evine yemeğe davet ederdi. İlk gittiğimde hazır bir sofra beklemiştim. Bizler öyle yaparız ya. Amma velakin ‘Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer’ diye boşuna dememişler.

Gelenleri hanımının hazırladığı mantı hamurunun işine başlatırdı. Kimi içini kapatır, kimi tencerede su kaynatır, kimi sosunu hazırlar sofrayı kurur, herkese ayrı iş bölümü verirdi. Gelen hazıra konamazdı. Ara sıra mutfağa uğrar fazla yanan ışıkları kapatırdı. Yemek sonrası bulaşık makinasına doldurduğumuz bulaşıkları geri çıkartır “Burada kaç kadınsınız. Yazık elektrik boşa çalışmasın. Biriniz yıkasın, biriniz durulasın” diye gelene iş yaptırmayı pek severdi. Yatıya kalsak evin çamaşırlarını da yıkatırdı diye düşünüyorum ki çamaşırları astığımı bilirim.

Paraya kıysa evine kadın tutsa yakışırdı. Eşyanın en gösterişlisini almayı bilir kullandırmayı bilmezdi.

Kendini övmeyi pek severdi. “Makinanın en pahalısını aldım. Her şeyin en iyisini almayı severim” derdi. Demekle de olmuyor. Elektrik süpürgesi dolapta bekler, biz el süpürgesi ile mutfak, balkon süpürürdük. Zengin gösterişli evin içinde kendimi fakir görürdüm. Kendi mütevazi evimi eski ama kullanışlı eşyalarımı arardım.

Salonda 10 ampullü avize gösteriş olsun diye takılı ancak bir tanesi yanardı. Evde misafir olmasa onu da yakmazdı.

Biz evimize davet ettiğimizde son model arabası kapıyı bekler, bizim gelip almamızı isterdi. Biz yolu karıştırıyoruz bahanesini göstererek.

Geleneklerimize göre, bayramlarda el öpen çocuklara evin büyükleri para verir. Bunda asla öyle bir gelenek göremezsiniz. Bırak çocuklara para vermeyi, elini öptürdü diye üstüne para alır öyle bir tip.

Oğlu Hollanda’dan gelmiş, arabasını kullanmış. Kullandığının benzinini koymamış diye bize şikayet eder, “Benzin paralarını bile ben ödüyorum” diye sitem ederdi.

Yine bir gün mezarlık ziyaretine gittik. Mezar görevlisini çağırdı “Oğlum buraları ot bürümüş. Al eline keser kürek ne varsa temizle şunları” dedi. Adam sevinçle iki mezarın otunu temizledi. O yetmedi şehitleri çok severmiş. Şehit mezarını da temizletti. Bir yandan “Onlar bizim vatan kuzularımız. Onların sayesinde bu vatan ayakta duruyor” diye sohbeti elden bırakmıyordu. O varken kimseye konuşmak düşmezdi. Ağzından Allah sözü hiç eksik olmazdı. “Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun” diye herkese aynı duayı ederdi. Mezar görevlisi temizlik işini bitirdi. Reis Amca “Al şu hortumu merhumları bir güzel sula, taşlarını da yıka” diye emirlerini yaptırdıktan sonra “Allah senden razı olsun. Sağlıkla kal. Haydi işin rast gele” diyerek arabasına bindi. Adam peşinden “Baba, bugün babalar günü. Babalar günün kutlu olsun!” diye tekrar tekrar bunu söyledi. Reis Amca “Anana babana rahmet olsun. Geçmişlerinin canına rahmet” dedi gitti.

Ona saygısızlık olmasın diye mezar görevlisinin haksızlığına şahit oldum. Bana göre adamın şahsi görevi değil. Zavallı onu zengin gördü harçlık verir sandı yanıldı. Rabbim çok verdiği zaman onu o kişiye harcama isteği versin, yemeği de nasip etsin diye bende içimden duada bulundum.