Herkesin eşi kendine güzeldir. Benim ki bana senin ki sana... Tabii insan severse candan sevmeli. Sevgiyi sevgi yapan da eşinizin üzerinizdeki davranışları, bağlılığı, sadakati, ilgi ve alakasıdır.

Araya yıllar girince sevgiye bağlılık, alışkanlık da girer. Artık sizi bu alışkanlığınızdan koparacak bir tek ölüm kalır.

Sigara, içki bağımlılığı gibidir.

Dedim ya herkesin kendine özeldir sevgi sebebi. Bende de birçok sebep var. Özel günlerimi, doğum günümü, anneler gününü, kadınlar gününü, evlilik gününü hatırlamasa da fark etmez.

Yine de ilham kaynağımdır benim. Ev alışverişini unutmuyor o bana yeter derim. Çok da önemsemem.

Her akşam elinde ekmeği, ihtiyaç listesindeki yarı eksik yarı tam malzemeyle gelişini severim.

O da bensiz hiçbir şey yapamaz.

Gözümü üzerinden çektiğim anda mutlaka yanlış ve eksik bir şeyler yapar. Ya da yanında olmadığımı anlar, bilir ki çok büyük zarardadır çoğu zaman.

Özellikle yazın gelişi bazen günde bir ya da iki gün ayrı kalma sebebimizdir. Evle yazlık mesafemiz 45 dakikadır. Hafta sonları gelirken iş çıkışı oğlumuzu alıp gelmeyi uygun görür, onu beklerken hazırlığını yapar, evin atılacak çöpünü hazırlar, bana getirecekleri hazırlar, aynı tip torba tercihi olduğu için çöpü atarken mutlaka karıştırır.

Bana getireceğini çöpe atar, çöpe atacağını bana getirir.

Yanlış anlamadınız doğru!

Genellikle senede bir yapar bunu.

En son yaptığı büyük üzüntü yaptı ailemize.

Çöp poşetinin içine cep telefonunu, ki çocukları babalar günü hediyesi almıştı, altın kaplı saat, araba ve tabancı ruhsatı, kimlik kartları, bolca Euro ve Türk Lirası, evin ve iş yerinin anahtarları hepsi çöpte.

Bana ise kesilmiş kavun çöpleri...

Geç geldikleri için getirdiklerine bakmadım. Sabah olunca öfkeli bir sesle uyandı ev halkı.

“Akşam getirdiğim poşet nerede?”

Yani söylenecek söz yok. Geri dönüp çöp bidonlarını araması, geç kalmasını önleyemedi.

Belediyenin çöp kamyonunun peşine takılması, çöplerin atıldığı yere kadar gitmesi, attıklarını geri getiremedi.

Giden gitti. Uzun zamanını aldı kimlik, banka kartları, ruhsatları tekrar çıkarmak.

İşte ben onun bu dalgınlığını seviyorum. Denize giderken, giyeceklerini önceden hazırlarım.

Yıllar geçtikçe benim de unutkanlıklarım başlıyor. Artık kendi haline bıraktım.

Kendi başının çaresine bakmaya başladı. Ara sıra unuttukları olsa da deniz kenarına önce kendisi gider, erkenden şemsiyesi, hasırı, sandalyesini her gün hazırlar.

Güneşlenmeyi sever. Ben ondan sonra giderim. Termosta çayı, öğle yemeğini hazırlar yanına götürürüm.

Gördüğüm manzara ara sıra hiç iç acıcı olmaz.

Mayosunu giymeyi unutup, iç çamaşırı ile denize girdiği de olur.

Giydiğini zannedip, kendine dikkat etmediği için ben hatırlatırım “Senin mayon yok”

Şaşkınlıkla yüzü kızarır, “Hadi ya! Ondan mı herkes bana bakıyor”

Şener Şen’in çıplak vatandaş filmindeki gibi sandalyesinde bacak bacağa oturtarak, poz vermesi gibi rahat oturmasını bozarım.

O da hemen panikle fırlar, havlusuna sarılıp eve gider.

Cep telefonu çok özeldir.

Asla ev halkına dokundurmaz.

Özel poşete koyar, yanına alır. Poşetin yanına buz dolabındaki bütün buzları boşaltır, denize gider. Bazen bir bakar ki buzlar poşette erimiş, cep telefonu suda yüzüyor, çok üzülür. Bir dahaki sefere yeni telefonuna daha iyi önlem alır. Şemsiyenin içine bağlar, poşete sararak.

O da ne! Aniden çıkan rüzgar, şemsiyeyi yerinden söküp doğru denizin içine atar.

Zavallı koşsa da nafile, yetişemez.

Telefonları ya banyo yapmayı seviyor ya çöpte olmayı. Yapacak bir şey yok. (devamı yarın)