Hayatta en çok derdi, acıyı, tasayı kadınlarımız çeker. Bu bir gerçek. Düşünürsek; sevdiğinin canı yansa, kadının canı acıyı çekenden fazla yanar.

- Keşke bana gelseydi; evladıma eşime gelmeseydi diye düşünür. Kadınlarımızın tek arzusu bütün sevdikleri hep sağlıklı, huzurlu mutlu yaşasın.

Sevdiklerinin ayağına toz değmesin ister. Tanıdığım Bircan abla da böyleydi. Bir insan kardeşlerine, anasına, evladına bu kadar mı düşkün olurdu?

Erken yaşta evlilik yapmış bir oğlu ile ailesinin yanında kalmış, ömrünün son anlarına kadar ailesini düşünerek yaşamış, bir insandı.

Babasından üzerine kalan bütün miras haklarından vazgeçmiş:-Benim haklarımı 5 kardeşim arasında bölüşün isteğinde bulunmuş, çalıştığı bütün kazancını da yine ailesine vermişti.

Bir gün birini sevmiş, o adamla evlenme aşamasına gelmişti, çalıştığı işten eve geldiğinde, üvey kız kardeşi ile bunları aynı yatakta basmıştı.

Annesinin ilk evliliğinden 3 tane. İkinci evliliğinden 3 tane. Toplam 6 kardeştiler. Onun için kardeşlerde asla üveylik ve ayrım yoktu. Hepsini eşit severdi. Kız kardeşini daha da özenle sevmişti. Sevdiği adamı elinden alması bile sevgisine engel getirmedi.

-Olan olmuş, nasip kısmet buymuş dedi, çekildi aralarından.

Oğlu askerliğini yapmış, annesinin yanına dönmüştü. Fıtık ameliyatı olması gerekiyordu. Oldu ve ameliyatı çok başarılı geçmişti. Oğlunun yattığı odada bir yaşlı dede vardı. Ertesi gün gelin alın oğlunuzu denildi. Sevinç içinde yarını bekledi oğlunu almaya gitti. Odada üzerine beyaz çarşaf örtülmüş birini gördü, aklına ilk gelen dün gördüğü yaşlı dede oldu.

-Allah Rahmet Eylesin dedeciği kaybettik diye aklından geçirdi. Derken odaya hemşire girdi ve ‘başınız sağ olsun oğlunuzu kaybettik’ dedi. O an dünyası başına yıkıldı ve orada bayıldı. Sakinleştirici iğne ile kendine geldiğinde oğlunun bir anda tansiyonu yükselmiş ve beyin kanaması geçirerek vefat ettiğini öğrendi. 22 yaşında evladı toprağa vermek düşüncesi bile yürek dağlar.

Acıdır ki zaman en iyi ilaçtır. Her derde deva. Allah’tan gelen Allah’a gider inancı; İman, itikat insana bir şekilde yaşam sebebi oluyor. Yarı eksik yaşıyorsunuz bir şekilde. Hayatına yine sevdiği bir adam çıkmıştı.

Havaalanı Genel Müdürü, eşinden boşanmış bir beydi. Birlikte en güzel vakti geçirdiler. Ertesi gün nikahları vardı. Evlenme kararı almışlardı. Çok mutluydular. Birlikte yaşıyorlardı. Sabah uyanıp sevinçle resmi nikahlı eşi olacak bu adamı uyandırmak, istedi ama kader bir kez daha vurdu kendisini. Darbe üstüne Darbe. Şaka gibi denir ya…

-Hayat benle dalgamı geçiyorsun. Bir dargın bir barışık. Adam o gece heyecan yaptı ki sabah yatakta kalp krizi geçirip ölmüştü. Bir kez daha yıkıldı. Sarsıldı. Zaman yine acılarını sardı. Kardeşleri ve annesine olan düşkünlüğü iyileşmesine yardımcı oldu. Kendine küçük bir dişi köpek aldı. Onu evladı gibi sevmeye başladı. O benim her şeyim, onun ölümüne asla katlanamam diyordu. Her gittiği eve onu da götürürdü. Evinde hayvan sever var. Sevmeyen var.

-Kızımı sevmeyen beni de sevmesin, onu istemezseniz bende size gelmem derdi. Minik kızı da erkek düşmanıydı. Asla sahibinin yanına erkek yaklaştırmazdı. Aklı sıra annesini korurdu. Öyle bir havlardı ki eve gelen yabancı erkek gitmek zorunda kalırdı. Ya da onu başka bir odaya kapatırlardı. Gelene saldırıp ısırmasın diye. Gelen gidene kadar o da havlar hiç susmazdı. (Devamı yarın)