Genç kızımız yaz gelince köydeki müstakil, bahçeli evlerine giderdi.
Orası onun hayalindeki bahçesiydi.
Babası ve annesi ne istediyse bahçeye dikmişlerdi.
Erik, zerdali, çağla, elma, armut, ayva, şeftali, üzüm hepsi vardı.

Bahçeye domates, biber, taze fasulye ekme işini her yıl zevkle kendisi yapardı.
Sezonluk dayısından aldıkları köpekleri bile vardı.
Her gün bahçeyi sular sulamaz köpeğini şampuanla yıkar, hortumla kendisini de ıslatırdı.

Bu genç kızın en mutlu olduğu eğlencesiydi. 

Günlük sütçü kadın gelir, taze süt ve yumurta getirirdi.
Ara sıra da kadının oğlu bahçede yapılacak işleri, evin alış verişini yapardı.

Genç kızın annesi, kadın ve oğlunu bahçede misafir ederdi. 
Bazen yemek ikram edilir, bazen çay kahve. 

Adı Recep’ti oğlanın. Efendi, sessiz, sakin bir delikanlıydı.

Evin kızı onu abisi gibi görüyordu. Fakir hallerine üzülüp, merhamet ediyordu.
Kibir bilmez, konuşur, dertleşir, arkadaşlık ederdi. 
Amacı zengin, fakir ayrımı göz etmeden onlardan birisi gibi davranmaktı.

Gel gör ki bu yaklaşım Recep’in gönlünü çalmıştı. ‘Abi’ diye hitap eden kıza aşık olmuştu. 

Bir gece yarısı zil zurna dedikleri gibi sarhoş olmuştu. Genç kızın kapısına dayanmış. 
“SEVİYORUM” diyerek mahalleyi ayağa kaldırmıştı.
Evin kızı olayların böyle gelişeceğini hiç düşünememişti.

Merhametten maraz doğar dedikleri bu olsa gerek.

Keşke dedi, hiç konuşmasaydım. Görmemezlikten gelip mesafe koysaydım diye düşündü.

Ama bu onun tabiatına tersti. İnsan ayrımı yapmaz, yaşlı genç kimi görse konuşur, laf atar, çevredekilerin hal ve hatırını sorar, herkesle sohbet ederdi. Dertleşirdi.
Dert dinlerdi.

Elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışırdı. 

Belediyeye müracaat etmiş, bütün masraflarını ailesinin ödediği, suyu olmayan mahalleye su boruları getirtmişti.
İsteyen evine, isteyen mahalle çeşmesinden suyunu almıştı.
Elektrik ve telefon direkleri de döşetmişlerdi.

Onların sayesinde mahalleye elektrik, su, telefon gelmişti.

Şimdi istemeden birinin birine kötülüğü dokunmuştu.

Artık o çok sevdiği bahçesi ve köpeği ona mutluluk vermiyordu.
Şehre dönmeye karar verdi.

Her şeyi geride bırakıp, bir daha dönmemek üzere köyden ayrıldılar.

Aldığı haberler genç kızı daha da üzdü.

Köyde dört tane dayısı vardı.
Recep’in kapıya gelip, olay çıkardığını duyan her bir dayı Mustafa, Ramazan, Sebahattin, Hasan ayrı yerlerde, ayrı zamanlarda Recep’i gördükleri yerde tekme tokat girişmişlerdi.

“Sen kendini ne zannediyorsun. Bir daha o sokaktan geçtiğini bile duymayacağız, görmeyeceğiz” demişlerdi.

Dayıların yapmış olduğu bu ihtarlar aslında bilemeden yeğenlerine yaptıkları ihtar oldu.
Ailesi o çok sevdiği bahçeli evi satıp, güzel günlere dönmemek üzere o mahalleye veda ettiler.

Hayatımızda istemeden de olsa verdiğimiz zararlar insanda derin izler bırakmakta.
Hatasız kul olmaz.
Hatalarımızla sevelim birbirimizi 
Orhan Baba’nın dediği gibi 
Mutlu yaşantılar 
Saygılarımla.