Ertesi gün taksi tutup evlerine geri dönmüşler. Hayat hep inişli çıkışlı olmuş bu anne ve kıza.

Güler, kız kardeşlerinin evine geri dönmüş. Bu sefer halı fabrikasında işe başlamış, bir müddet okur yazar olmadığı anlaşılınca işten çıkarılmıştır.

Kızını alıp İstanbul dışında uzak bir köyde yaşayan annesinin yanına gitmiş ve ne yazık ki ailesi İzmir Söke’ye tarlada pamuk toplamaya gitmiş. Evde olmadıkları için kapıyı kırıp girmek zorunda kalmış. Bahçeli müstakil bir ev.

Günlerden Cumartesi. Oranın pazarı, mevsim yaz. Serpil annesinden durmadan kiraz istiyor. Annesinde ise sadece ekmek almaya yetecek para var. Pazarı turlayıp dönerler. Dönüş yolunda kahvelerin önünden geçerken Serpil, yerde kağıt para bulur ama kaç para olduğunu bilmez. Sevinçle ortalığı ayağa kaldırıp, elinde parayı sağlayarak “Para buldum anne para buldummm” diye bağırır. Anne bakar 100 TL. Türkiye'nin en büyük kağıt parası. Etraftan duyanlar da “Benim param, düşmüş” diye yanlarına gelir. Olaya şahit olan Kahveci çıkar “O çocuğun hakkı!Kimsenin değil. Hadi işinizin başına!” der toplananları gönderir. Güler ve Serpil tekrar pazara dönerler. O çok istediği kirazı alır, annesi bir de 2 tane elbise alır kızına. O gün Serpil’in en mutlu günü olmuştu.

Güler, bazen günlük ev işlerine temizliğe gider bazen de tarla işine. Arada Serpil’i de alıp gittiği oluyordu. Serpil evde tek kaldığı zamanlar bahçeye hasır halı serip, mahalledeki kızları toplar, evcilik oynardı. Her hasırı kaldırdığında para bulurdu. “Annem bana bırakmış” deyip bakkala gider, kendine ve arkadaşlarına çikolata ve gazoz alırdı. Arkadaşlarına da ikramlarda bulunurdu. Bir gün Güler Serpil’in aldıklarını görür ve Serpil’e “Kim aldı sana bunları. Parasını kim verdi’” diye sorup ona kızar. O da “Sen bırakmadın mı, hasırın altından aldım. Sen bıraktın sandım” der. Annesi inanmaz kızar, “Kimseden parasını alma ve başkasının bir şeyine sakın dokunma” der. O günden sonra hasır altında para bulamaz Serpil.O söyleyince büyüsü bozulmuştu.

Anneannesi İzmir’den gelmişti. Önce sevindiler ama zaman geçtikçe bekar olan dayısı abla ve yeğenini kovmuştu evden. Tekrar İstanbul’a döndüler. Her şey sil baştan yaşanıyordu. Başta yine kardeşin evine, oradan bir göz odalı eve kiraya. Anne işe kız evde. Güler’in aldığı haftalık maaş ne kiraya yetiyor ne pazara. Bazen komşular acıyıp bir kap yemek bıraktıklarında o gece tok yatarlardı. Fabrikanın öğle yemeklerinde Güler yemez, akşam eve kızına getirirdi. Günler böyle geçerken bir akşam saati gece dokuzda kapıları çalınır. Güler’in eski çikolata fabrikasında çalıştığı bayan arkadaşı Almanya’ya gitmek için müracaat etmiş ve Güler’i de yazdırmıştı. İkisi de kabul edilmiş. Türkiye'de Almanya'ya işçi götüren bir bey, işlemleri bir hafta içinde yapar yapmaz Güler ve arkadaşına Almanya yolu görünür.

Güler, annesine kızını emanet eder. Serpil annesinin arkasından boynu bükük donuk gözlerle hiçbir şey hissetmeden bakar. Güler hıçkırıklar içinde ağlar kızından ayrılıyor diye. Serpil tek damla gözyaşı bile dökmez, çünkü annesini üzmek istemezdi. Ağlarsa annesi üzülür diye düşünür, bütün gözyaşlarını içine akıtırdı. O derdini Eyüp Sultan'daki Eyüp Sultan Hazretleri’ne anlatırdı bir tek. Onun yanında kimse görmeden dua ederek ağlardı. 6 yaşındaydı ama çok büyük bir ruha sahipti Serpil. Her gün yemek almaya Eyüp Sultan’daki aş evine Serpil’i gönderirlerdi. O da erkenden gider önce orada dua ederdi. Ettiği dualardan biri de “Allah’ım ne olur babam karısından ayrılmasın. Kardeşim benim gibi babasız kalmasın.Çok zor babasızlık. Benim gibi dayanamaz. Ne olur Allah’ım kardeşimi babasından ayırma” diye ağlayarak dua ederdi.Bir kız çocuğu olmuştu babasının. Onu kucağına alıp gezdiriyordu. Serpil ise uzaktan bunları seyrediyordu. Yanına gitmez konuşmazdı. Ama onun için camide dua ederdi. Serpil’in aklına hiç bir zaman kendisi gelmezdi. Annesi, anneannesi, dedesi, babası, kardeşi vardı öncelikli. Ona göre kendisi bir hiçti. (Devamı yarın)