Anne babasının göz bebeği, Cumhuriyet’in ilan edildiği gün 29 Ekim 1923'te dünyaya gözlerini açmış, Cumhuriyet çocuğu olarak kendinle gurur duyarak yaşamış Malike teyzem. Bursa’nın İznik köylerinden birinde doğmuş, zengin ağa kızı. Evlerinde paşalar hiç eksik olmazmış, özellikle İsmet Paşa babasının samimi arkadaşı olarak en sık gelip gidenler arasındaymış. En önemli kararlar, evlerinin büyük bahçesindeki toplantı masasında alınırmış. Bana günlere ait anılarını gösteren siyah beyaz resimler gösterdi, ailesini İsmet Paşa’mızı. Hiç aklıma gelmedi bir tanesini bana ver, hatıra olarak saklamak istediğimi söylemek. Herkesin özel hatıralarını istemek de doğru olmazdı diye düşündüm. Malike teyzeyi yazlık komşusu olarak tanıdım. Sohbeti mükemmel bir insandı. O yaşta, o hafıza bende bile yoktu. O şiirleri, hikayeleri doğuştan yazardı, bana günlük tuttuğu defterini verecekti. Nasip olmadı, benim de o zamanlar iki küçük yaramaz mı yaramaz çocuklarım vardı. Onların peşinden koşmaktan, şimdiki kaçırdığım hazinenin farkına vardım. Beni severdi rahmetlik hiç çocuk sahibi olmamıştı. ‘Sana şiir defterimi vereyim, hatırlat Bursa’ya gelince’ derdi. Hatırlatacak akıl yokmuş ki sahiplenemedim. Bursa’da da Genç Osman taraflarında otururdu. İlk evliliğinde eşini yılan sokmuş, genç yaşta dul kalmıştı. İkinci eşinin hanımı ölmüş 5 çocuğu olan bir beyle yuva kurmuş, bu beyde onun babasından kalan bütün servetini yemiş, bitirmiş bir insan olduğunu söyledi. Malikem’in ailesinden kimse kalmamıştı. Evlendiği eşine sığınmış, onun ailesini kendi ailesi kabul etmiş, öksüz bir insandı. Anlatımına göre babasından kalan bütün tarlaları eşi satmış, özel taksi tutup kendini her gün Burgaz, Trilye, Gemlik, Kumla bütün sahilleri gezer, akşam olunca eve gelirmiş. 50 yıllık evliliği bu şekilde tamamlamışlar. Malike teyzenin hayatı boyunca hiç evladı olmamıştı. Bütün mahallenin kedi ve köpeklerini evlat olarak sahiplenmişti. Hem evinde hem sokakta bütün hayvanlara mama ve su bırakır, hasta gördüklerini veterinere götürür, onları yıkar, besler elindeki maaşını onlara harcardı. Bazen bize Bursa’dan kıt kat marka kedi maması siparişi verirdi. Kedisi başka mama yemez bir tek onu yermiş, onunda gönlü aç kalmasına razı gelmezmiş. Kendi çocukları gibi onlarla ömürlerini geçirdiler. Benim kızımın bana makkuleeee diye bağırmasına hayrandılar. Özellikle eşinin çok hoşuna gittiği için her gün günde dört beş kez beni balkona çıkartırlar, bende gülerek karşılardım. Sonunda eşi böbrek yetmezliğinden vefat etti. Ölmeden Malikem eşi ile de çok uğraştı. Her gün diyalize giren eşinin ağrasifliği, elindeki bastonu ile yürümekte zorluk çeken, ayakta zor duran Malikemi dövmesi, bizimde içimizi yakıyor elimizden bir şey gelmiyordu. Adamın onca çocuğu ve torunları vardı ama bakanı yoktu. Ölünce miras diye hepsi kadının oturduğu yazlığa kondular. Kadın ölünce yazlık kışlık satıldı paylaşıldı. Helal mi Allah bilir. Miras hak dense de o mirası hak eden içindir benim düşüncem. Kadının son günlerinde yan komşusu onun bakımını üstlenmişti. O kadının da kocası alkolik işsiz biriymiş. İki çocuğunu okutuyormuş. Malikem bu gençten Hanıma vermiş maaşını o da Sağ olsun gerçekten çok güzel bakmıştı.2010 yılında kaybettik kendisini. Bir tarih saklıydı içinde Malikemin.Bu dünyada hiç yüzü gülmemişti.Umarım gittiği yerde sevdikleriyle çok mutlu olur.Eşinin ölmeden önce bana söylediği söz içime dert oldu. Kadının onca mirasına kon, yıllarca kendi evlatların senin yüzüne bakmasın, kadının hizmetini gör, karşılığında; ‘Bu uğursuz kadını aldım alalı, iki yakam bir araya gelmedi, hastalıktan başım kalkmadı’ demesi, erkeğin eşine karşı ne kadar nankör olduğunu, kıymet değer bilmediğini anladım. Ne zaman onları hatırlasam aklıma ilk bu söz gelir. Dilerim herkes hak ettiği ilgi ve saygını, sevgiyi sahiplenir. Saygılar…