"Altmış türlü ırmakların aktığı, mübarek Kayın ağacının kök saldığı, dokuz sıra dağın oluştuğu zaman, Ateş ortaya çıktı..." Türk Irkları, tarih boyunca kutsal sayılan ateşe büyük saygı duymuş onda bir ruh olduğuna inanmışlardır. Onlar için ateşin gökten indiği çok yaygın bir düşüncedir. İlk kez Yıldırım düşmesi sırasında tanışmış olmalarından kaynaklı bu düşünceleri. Göktürklerde ateşi ilk bulan Türklere, ateşi öğreten efsanevi bir atadan söz edilir. Yalnız Türkler hiçbir zaman ateşe tapmamışlar. Onlar için Ateş Tanrı değil, Tanrıya ulaşmak için araçtır. Eski Türkler de " Ocak " da ısıtan, kötülükleri kovan güç olarak görülürdü. Ateş ne kadar kutsalsa, ateşin yakıldığı Ocak da o kadar kutsaldır. Önemli kararlar alınacağı zaman Ocak başında toplanılırdı. Ailenin mukaddes yani kutsal yeriydi. Bu nedenle; Ocak kelimesi Türkçenin tarihi boyunca, gerçek anlamının yanı sıra: soyun, boyun karşılığı olarak kullanıldı. Sibirya Türklerin de ( Tatarlar, Yakutlar, Tuva/Tuba Türkleri), Hakaslar, Altaylar, Şorlar gibi... Ateş her şey den önce ailenin koruyucu ruhuydu. Her ailenin bir ateşi/ ocağı olduğuna inanılır ve " Ata ocağı/ Baba ocağı isimleri günümüze kadar önemini korumuştur. Ata aynı zamanda ocağın da sahibidir. Evin sahibinin en yaşlı erkek sayılması, yaşlılara saygı gösterilmesi, baba otoritesi vs....Bu kültürümüzün devamıdır. Ocağın sönmesi demek; ailenin dağılması, bitmesi demektir. İstiklal Marşı’mızda örnek gösterildiği gibi; "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak," yani son Türk ailesinin yok olması anlamın da söylenmiş. " Ocağı sönesi" , " Ocağın dağılası " gibi beddualar da: soyunuz kurusun, ölün, bitin anlamlarında kullanılır. Hastayı ocağın üzerinden atlatma, iki ateş arasından geçirme yada tütsü yakmada, Orta Asya’dan gelen geleneklerimizdendir. Sibirya Türklerinin ateş gelenekleri de; " ateşe çöp atılmaz, ateşin külüne basılmaz, Ateşe keskin uçlu aletlerle çevrilmez, ateşe su ve kan dökülmez, Ateşte ot yakılmaz, ateşle oynanmaz... Türklerde ateşin sönmesi uğursuzluk kabul edildiğinden, aileler yanan ateşlerini söndürmez, uykuya bırakırlar, sabah yeniden canlandırırlardı. " Ateşi alevli yak! Yaktığın Ateşin kıvılcımları sönmesin! Kışın oturduğun ev bereketli olsun! Yazın oturduğun ev kutlu olsun! ... diye Yakut Türklerinin duaları böyle olurdu. Türkler eskiden beri Ateşte temizleyici bir güç görmüşlerdir. Ateşin insanı kötülüklerden, kötü ruhlardan ve hastalıklardan koruyan bir özelliği olduğuna inanmışlardır. Bu kadar inançlı Atalara sahip toplum olarak, bu günlerde kendi haklarımız hakkında iyiliğimiz ve kötülüğümüz hakkında doğru kararlar verme içgüdüsüne sahip olamadık. Vurdum duymazlığımız; inançlarımızı, umutlarımızı sessiz moduna almış durumdayız. Uzun zamandır kapsama alanları dışındayız. Umarım uyanma moduna geçeriz, girişimci ruhumuzu geri alır sahip olduklarımıza değer verip, elimizden yabancılara kaptırmayız. Saygılar…