2016 yılının olumsuz yükünü taşıyan 2017 yılı ilk çeyreğinde ciddi destek ve teşvikler ile borç ödemeleri ertelenerek piyasalar nefes almıştı.

Aynı süreç ilk 6 ayda tamamen krediler ile borçların ötelenmesi sağlanarak devam etmiş, mevcut borçlanma, yeni faiz yükü ile ertelenmişti.

2017 yılının özellikle 10. ayından sonra yani son çeyreğinde üretim ve satışın en yüksek beklentisi her yıl olduğu gibi bu yıl da öngörülmekteydi.

Ancak sürekli ötelenen ve giderek çığ gibi büyüyerek yükselen borç yükü son çeyrekteki bu kazanımın verimli ve etkili kullanımını olumsuz yönde etkileyecektir.

Özel sektörün üstündeki giderek büyüyen borç yüküne eski bir taktik ile çözüm arayışı bugünlerde yeniden gündemde.

Tek haneli enflasyon rakamlarından çift haneli günlere gerilediğimiz bugünlerde TL’deki değer kaybını geri ödemelerde bir avantaj unsuruna dönüştürmek isteyen hükümet bu sefer de sayısı oldukça fazla olan bankalara takılmaktadır.

Bu yılın son çeyreğinde en yüksek banknot olan 200 Türk Lirası’nın yerini 500 Türk Lirası’nın alması olasıdır.

Merkez Bankası böylesi bir radikal karar alır mı bilinmez ancak böylesi bir faiz yükünün mutlaka ciddi yaptırımları kaçınılmaz olacaktır.

Bu değişim, ülke ekonomimiz için olumsuz ancak özellikle bireysel borçlanmaların geri dönüşleri için geçici bir nefes niteliğinde olacaktır. Böylesi bir enflasyon kaybına özellikle özel bankaların tepkileri ise merak edilmektedir.

Bankaların özellikle bugünlerde uyguladığı yüzde 18-20 bandındaki yıllık faiz oranları eski günlerdeki enflasyonlu tabloyu hatırlatır niteliktedir. Böylesi yüksek faizlerin uygulandığı bu dönemlerde beklenmedik devalüasyon risklerini de es geçmemek gerekiyor.

Geldiğimiz süreçte taşıma su ile ekonomiyi ayakta tutan bu anlayış her geçen gün çok daha büyük kayıplar vermektedir.