YÖK'ün (Yüksek Öğretim Kurulu) kuruluş yıl dönümü nedeniyle DEVA partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın sosyal medyadan;

"Seçimden sonra YÖK'ü derhal kapatacağız"

çıkışından sonra YÖK konusu tekrar tartışılmaya açıldı.

Çok doğru bir yaklaşım.

Çok daha önce atılması gereken bir adımdı.

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 1980 darbesinden hemen sonra 06.11.1981 Prof.Dr. İhsan Doğramacı Başkanlığında, yüksek öğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemek için kurulmuş bir yapıdır.

Ancak sayılan faaliyetlerin arasında kuruluş amacı esas olarak her zaman denetlemek olmuştur.

Zaten askeri vesayet tarafından kuruluş amacı da budur.

Darbeyi yapanlar, bazı üniversite öğrencilerini ülkedeki terör olaylarının sorumlularından biri olarak görmüşlerdir.

Bundan dolayı bütün üniversiteleri ve değişik eğitim kurumlarını denetim altında tutacak bir kuruluşa ihtiyaç ortaya çıkmış ve buna binaen YÖK’ün kurulmasına karar verilmişti.

O dönemde üniversitelerin esas işlevleri olan bilimsel çalışmalardan kopma pahasına da olsa akademik özgürlükler ciddi şekilde kısıtlanmıştı.

Ancak o dönemlerin çok eskide kalmasına rağmen, hatta yeni milenyuma girmemize rağmen görülüyor ki YÖK’ün çalışma sistemi ve anlayışında çok fazla bir değişiklik olmamış.

Aynı vesayet anlayışı devam etmekte.

Bundan dolayıdır ki ülke olarak her ne kadar ekonomik açıdan bakıldığında gelişmiş ülkelerin arasında  yer alsak da bilim ve teknolojide bu ülkelerin çok gerilerindeyiz.

Nitekim dünyadaki ilk 500 üniversite arasında tek bir üniveristemiz bile yoktur.

YÖK, Üniversitelerin üzerinden baskıcı yaklaşımlarını kaldırmadığı sürece aramızdaki bu makas giderek açılacaktır.

Sadece ülkemizdeki eğitim kurumlarının üzerinde değil, yurt dışında eğitim görmüş kişilerin üzerinde de sık sık mevzuat değişikliğine giderek baskı oluşturmaktadır.

Oralarda eğitim görmüş kişilerin sorunlarına daha önce defalarca değinmiştik.

Bu konudaki yaklaşımlarını gözden geçirmesi, gerek yurtdışı diplomalarının tanınma noktasında , gerek denklik konusunda daha pozitif ve yapıcı olması gerektiğini birçok kez dile getirmiştik.

Adeta denkliği vermemek için binbir türlü sorun çıkarılmakta.

Bu denklik konularına haftaya ayrıca yine değiniriz.

Burada ayrıca özel ve Vakıf üniversitelerin yurt dışı eğitim konusunda YÖK üzerinde oluşturdukları baskı var ki, o da ayrı bir konu.

Özetle YÖK kurulduğundan bu yana üniversitelerin asli faaliyetleri olan eğitim ve araştırmalarını özgürce icra etmelerine katkı yapacağına daha çok kontrol ve denetim mekanizmaları ile bu faaliyetleri adeta frenlemiştir.

Özellikle bu iktidar döneminde bu durum çok daha bariz şekilde ortaya çıktı.

Bunun kanıtı da son yirmi yılda dünya üniversiteleri arasında ilk 500 'de tek bir üniversitemizin kalmamış olması.

Daha önce en azından, ÖTDÜ, Boğaziçi, Hacettepe, Bilkent gibi bazı eğitim kurumlarımız ilk 500 üniversite arasında yer alıyordu.

Bugün baktığımızda eğitim kalitesi düştüğünden sıralamanın dışında kalmıştır bu kurumlarımız.

Sebebi tabi ki liyakat ile ilgili.

Buralara  yapılan yönetici kadro atamaları ile ilgili.

Sonuç olarak YÖK’ün kurulduğu günden beri zihniyetinde ve anlayışında dünya sıralamasındaki yerimize bakıldığında pek değişiklik olmadığı anlaşılmakta.

Bu şekli ile görevine devam etmesi hayırlara vesile olmadığı açıktır.

Bundan sonra ya köklü reorganizasyona girsin ya da adını değiştirsin.

YÖK ( Yüksek Öğretim Kurulu) değil,

YOK ( Yoksa da Olur Kurulu) olsun.

Veya belki de;

Yoksa daha da iyi Olur olsun.