Son yıllarda ‘Yeni Türkiye’ söylemleri duyduk her ortamda. Bu uğurda eğitim, sağlık ve ekonomi gibi birçok temel alanda reform adı altında değişikliklere gidildi.

Gelişim için değişim ve yenilik olmazsa olmazdır.

Ama bunun için bazı şartların oluşması da olmazsa olmazdır.

Bu konuda tam dört yıl önce bir yazı paylaşmıştık.

16.03.2019 tarihinde ‘Hangi yeni Türkiye?’ başlıklı yazımızda özetle şunları söylemiştik;

"Bir şeyin yenisini getirmenin temel şartı eskisinden daha iyi olmasıdır. Bundan dolayı kurum ve kuruluşlar bir ürününün yenilenmesine veya yeni ürün kararı vermeden önce, bünyelerindeki en nitelikli ve elit elemanların görevli olduğu AR-GE departmanlarında uzun yıllar artıları eksileri üzerine araştırma yaparlar ve artı bir değer katacaksa o ürün piyasaya sürülür.

Bu araştırmalar bilim ve teknolojinin son gelişmelerini kullanarak yapılır ama asla şu yöntem kullanılmaz: "Deneme, yanılma" yöntemi.

Bu prensipler ‘yeni’ kelimesi geçen her ürün için dikkat edilmesi gereken evrensel yaklaşımlardır.

En sıradan bir ürün için bunlar yapılırken, toplumları hele ki sistem değişikliğine ‘deneme yanılma’ yöntemi ile, üstelik işin ehli olmayan kişilerle, gidilmeye kalkışılırsa ortaya çıkacak kaçınılmaz sonuç felakettir.

Ve maalesef ‘Yeni Türkiye’ hedefi ile çıkılan yolda aynen bunlar yapılmakta.

Neredeyse alan yok ki eskisinden çok daha kötüye gidilmesin.

Eğitimde güya iyileştirme için yapılan hamleler OECD ülkeleri arasında bizi sondan ikinci yapmıştır ki on beş yıl önce ilk yirmilerdeydik.

Sağlıkta yapılan ‘reformlar’ eski kuyrukları ve aylar sonrasına verilen randevuları geri getirmekle kalmamış, katkı payları ile sağlık paralı hale getirmiştir ki en azından eskiden kuyruklar vardı ama sağlık parasızdı.

Ulaşımda duble yol, köprü ve otobanlarla övünülüyor ancak yeni yapılan bu yollarda bölüm yok ki daha iki yıl geçmeden, kalitesiz işçilikten dolayı, bakım ve tadilata girilmesin ki yapılanların adeta rant kapısı olarak planlandığından vatandaşımızın cebinden misli ile daha fazla para çıkmakta.

Tarım ve çiftçilik konusuna girmeye gerek bile yok. Her şey ortada.

Dış politika, ekonomi, refah düzeyi buralara hiç girmeyelim.

Kimse kusura bakmasın gerçekleri konuşmak lazım ki bu dinimizin emridir.

Gerçekler konuşulmazsa doğrular bulunamaz.

Bu gerçekler görmezden gelindiği için bu gün bu durumlara düşüldü"

Evet dört yıla önce yazdıklarımızı bir kez daha hatırlatalım dedik.

Bir şey yenisi ile değiştirilecek ise daha iyi olduğundan emin olan bir şey ile değiştirilir. Bu da ancak bilgili, deneyimli, işin ehli kadrolarla mümkün.

Böyle kadrolarınız yoksa her girişim eskisinden daha da kötüye gitmekten başka bir işe yaramaz.

Bu durum deprem felaketi ile birlikte bir kez daha net olarak ortaya çıktı.

Dönüşüme girmesi gereken depreme dayanıksız binalara çıkarılan imar afları, yönetmeliklere uygun olmayan binalara verilen ruhsatlar, deprem gibi doğal afetlere hazır eylem planların olmaması ve bundan dolayı depremden sonra zamanında yapılamayan yardımlar ve koordinasyon.

Hepsi bunların sebebi kurumların başında işin ehli kadroların olmamasından.

Deprem bu gerçeklerin hepsinin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Bu hakikatler karşısında ülkeyi yönetenlerin ellerinde tek bahane kaldı.

Neymiş?

Bu deprem son yıllarda dünyada meydana gelen en büyük depremlerden biriymiş, bilmem kaç yüz atom bombasına eşdeğer olduğundan bu kadar geniş çaplı hasar oluşmuş.

Bir de bu depremin güya suni olarak HAARP sistemi ile meydana getirildiği gibi akla ziyan algı oluşturma gayretlerin olması da ayrı konu.

Bunların ne alakası varsa. Bırakın son yılların en büyük depremi olmasını, dünya tarihinin en büyük depremi olsa ne olacak.

Burada mesele depremin büyüklüğü veya suni olup, olmaması değil ki.

Mesele çürük bina yapımına göz yumulması, depremden sonra zamanında ve etkili müdahale yapılamaması, gerektiği gibi organizasyonun ve koordinasyonun olmaması. Kaldı ki suni olsa ne olacak, doğal olsa ne olacak.

Önemli olan bu depremin meydana gelecek olması.

Bunun olacağını bilim insanlarımız özellikle son aylarda anlatmak için kendini parçaladı adeta. Yani depremin olacağı zaten belli.

Gerekli tedbirlerin alınması ve planlamaların yapılması lazımdı. Bunların hiçbiri yapılmamış, hiçbir hazırlık yok yani ilgili kurumların çok büyük ihmal ve eksiklikleri söz konusu olduğu yerde birileri kalkıp bu hakikatleri saptırmak için bahaneler üretme peşine düşmüş.

Sonuç olarak bu deprem yıllarca halının altına süpürülen realiteyi tüm çıplaklığı ile ortaya serilmesine vesile olmuştur. Bu deprem ‘Yeni Türkiye’ ütopyasının , ‘Yeni Türkiye’ distopyasına dönüşümünün dışa vurumu olmuştur aynı zamanda.