Bizim Kundakçı Müdür 'İnsanın dilenci olası geliyor' diye manşet atınca, ben de eski defterleri karıştırdım biraz…
9 Eylül 2009 tarihinde çalıştığım gazetedeki köşeme aynen şöyle başlamışım: 
“Her köşe başında görürsünüz onları.
En çok da Cuma günü karşınıza çıkar.
Ramazan ayında ise sürülerine berekettir.
Dilencilerden bahsediyorum.
Daha doğrusu ‘dilenci holding’lerden.”
Hani bugünde dilenciler için bir yazı kaleme almaya kalktığımda yine böyle bir giriş yapılır... 
Dünyanın bir baş ağrısı haline gelen ülke, ırk, din, dil tanımayan bu meslek için yine o günden bir alıntı daha yapacağım.
"... M.A her akşam bize gelir. Akşama kadar topladığı ‘madeni’ paraları kasaya verir ve yerine de ‘bütün’ paraları alır. Ve rakam ortalama 200 liradır. Cuma günleri ise bonusu fazla oluyor; duygu sömürüsünün kasası300 lirayı buluyor. Vergi yok.Kira yok.SSK gideri yok. O ne ala..."
2009 yılının rakamları bunlar üstelik. Bugünkü rakamlara çevirdiğimizde aylıkları yaklaşık 15 bin TL.

Dilencilik günümüzde emek verilmeden rahat para kazanma kapısı olarak her geçen gün yaygınlaşmakta. Bunu profesyonelce yapanlar var. Kimi zaman kendi bölgesinde, kimi zaman başka illere giderek dileniyorlar. Araçla servis yapanlar var adeta; anonim şirket gibi organize olmuşlar. Hatta bunu yurtdışına çıkarak yapanlar da var. Hac veya Umre bu art niyetliler için bulunmaz nimet...

Dilencilerle sadece zabıta ve emniyet mensuplarının mücadelesi yeterli olmuyor. Hayırsever ve iyiliksever insanlarımıza büyük iş düşüyor. Sokaktaki dilencilere, sokağa itilmiş ve okumadan yoksun edinmiş çocuklara para vermemek en büyük mücadeledir kanaatimce. 
Bunun yerine çevresinde bildiği ve duyduğu gerçek ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli insan; ihtiyaç sahibi olan çocukların eğitimini üstlenmeli…
İhtiyacı olanın kirasını, gıdasını, zaruri olan ihtiyaçları karşılamaktır en önemli mücadele. Her insan kendi çabasıyla, gayretiyle, maharetiyle para kazanıp geçimini sağlamalı. 
Gerçekten çalışma imkânı hiçbir şekilde yok ise bu insanlara toplum tarafından yardım edilmelidir, desteklenmelidir.   

Zaruri ihtiyaçları görülmelidir. İşte o zaman gönül rahatıyla insanlar sadakalarını,fitrelerini,zekâtlarını verebilirler... ama bu konuda en önemli vicdan görevi demokrasimizin uç beyleri muhtarlara düşüyor...
Muhtarlarımız, mahallesinin fakir haritasını çıkarmalı ve ihtiyaç listesini gerek valilik, gerek belediye… 
“Hatta bana kalırsa her şeyi devletten beklememek lazım”
Hayırseverlerle ihtiyaç sahibini buluşturmalı...
İşte o zaman gerçek anlamda dayanışma sergilenir... Bir elin verdiğini diğer el görmesin,sözü hayata geçer... Alan el rencide olmadığı gibi; veren el de sadece Allah (c.c.) rızasını gözeterek yardım yapmanın hazzını, huzurunu yaşar...
Var mı daha güzel fikri olan...
Sadaka, Allah’ın verdiği nimetlere şükürdür.
Fitre, yaratılış sadakasıdır.
Zekât, toplumsal hayatın gerekliliğidir.
Allah (c.c.) hiç kimseyi açlıkla terbiye ve imtihan etmesin…
Amin ve ecmain. 
Unutmayalım ki ‘Veren el, alan elden daha hayırlıdır.’
Amacımız hayra engel olmak değil, doğru yerlere hayır yapmaya vesile olmaktır.