Bayram köşelerinde genellikle nispeten gülümseten yazılar olur. Günün anlam ve önemine binaen ya Temel ile Fadime ya da Hüsmen Aga ile Zarife üzerine şakalar anlatılır...

Benim anlatacağım öykünün bunlardan eksiği yok fazlası var. Bir de kahramanı(!) yaşayan masal değil gerçek bir hikayedir.

Yıllar yıllar önce pire berberliği, deve tellallığı bırakmıştır ama bilgisayar, akıllı iletişim ve online işlemler frenkler tarafından icat edilmediğinden ülkeye her giriş çıkış kapısı kendi başına buyruk davranmaktadır. Adamın varsa Kapıkule'den yapamadığın her türlü işlemi örneğin Cilvegözü'den sular seller gibi yapma olanağın vardır. Dışarıya kapalı ve korumalı ekonomi anlayışı, gümrük vergilerini abartılı bir şekilde ithal ürünlere yansıtarak ithalatı neredeyse imkansız hale getirmektedir.

İşte 70'li yıllara rastlayan böyle bir dönemde Esnaf Akademisi mezunu medar-ı iftiharımız olan  bir deha, ayakkabı ithal izni alır ve ülkenin iki ayrı gümrük kapısından malların girişinin yapılmasını talep eder.

Ne var bunda diyebilirsiniz ama final müthiş olur. Ülkede o zaman bulunmayan değerli ayakkabıların sol tekleri bir gümrüğe sağ tekleri başka bir gümrük kapısına gelir. İthalatçı firma bu mallar yanlış gelmiştir diyerek iki kapıdan da malı çekmez ve gümrüğe terk eder.

Bir gümrükte hep sağ tek, diğerinde hepsi sol tek olan ayakkabıları

kim alır ki? Bu tezgahı kurandan başka... Kısa bir süre sonra özürlü ayakkabılar iki gümrük tarafından hurda gibi satışa çıkarılır ve tek ayakkabıları bedava fiyatına tek bir firma alır.

O firma tekleri alarak çiftleştirir ve gümrük vergisi ödemeden piyasaya sürerek bir partide inanılmaz bir kazanç elde eder.

Bu konu iki açıdan önemlidir. Birincisi Türklerin isteyip de delemeyeceği tek bir yasa yoktur. İkincisi de çok laf yalansız çok

para haramsız olmaz.