İnsanlığın tarihi boyunca aidiyetle bağlı olduğu kişiler, kurumlar var olmuştur.

Gruplar kitleler olarak toplumsal yaşamda var olmak için sürekli mücadele için bulunmuşlardır.

Her çağın kendine ruhuna uygun sistemler var olmuş, bu sistemleri benimseyenlerle, karşı olanların mücadeleleri sonucunda değişimler, dönüşümler süregeldiğini görüyoruz.

Egemen olanlar topluma sürekli olarak, kendi sistem anlayışlarını, felsefelerini gerek güzellikle, gerek baskıyla kabul ettirmişlerdir.

Sistemlerin adlarının ne olduğu da çok önemli değil, önemli olan o sistemde yaşayan toplumların her anlamda, farklılıklarını, inançlarını, düşüncelerini özgürce ifade edip edemediğidir.

Kavramsal, kurumsal olarak, o kadar çok kulağa hoş gelen söylemler duyuyoruz ki, bu sözlerden etkilenen, toplumlar kendine doğru gelen yapıların içinde yer alarak iktidar erkini ele geçirmek için mücadele ediyor.

Demokrasi kültürü olan kapitalist ülkelerde, tüm sınıfsal katmanların geleceği, toplumsal sözleşmeyle güvence altına alınıyor.

Birçok demokrasisi gelişmiş ülkede, bizde olduğu gibi sayfalar dolusu Anayasa yoktur.

Sistemin koyduğu kurallar, yasalar, iktidarların siyaset anlayışına göre karalama defteri gibi değişmiyor.

Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde yasalar, iktidarların siyaset anlayışına göre sürekli bir şekilde değiştiriliyor.

Bir ülke düşünün ki, sürekli eğitim politikaları, hukuk sistemi, savunma sistemi, iktidarlar tarafından kendine uygun olmadığı için değiştiriliyor.

Siz o ülkedeki yönetim anlayışına bir tanımlama koyabiliyor musunuz?

Bence hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimini tam anlamıyla tanımlayamıyor.

Sadece kağıt üzerinde; laik, çağdaş, demokratik hukuk devleti diyoruz.

Pratiğine baktığımızda hiç alakası yok!

Türkiye arabesk bir toplum modeli olarak günübirlik yasalarla yönetiliyor.

15 Temmuz darbe girişimi içinde olan daha önce Cemaat denilen oluşum, 17- 25 Aralık 2013’ten sonra FETÖ tanımlamasıyla terör örgütü kategorisine sokuldu. 

Bu yapılanmayla iktidar partisi AK Parti’nin unsurlarının 14 yıllık ilişkilerinden sonra ayrıştırmak nasıl olacak?

Her anlamda iktidar perspektiflerinde bir fark olmayanların ayrıştıkları tek nokta iktidar hakimiyeti, gerisi teferruat.

Kimin ne olduğu beni ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren bir tek şey var;

o da, dinsel inancın siyasetin malzemesi yapılmaması.

Zira din eksenli devleti yönetmenin toplumda onarılmayacak kopuşlara neden olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı.

Devlet cemaatlerle, tarikatlarla, tekkelerle saf tutmamalı.

Tüm sınıfsal, inançsal topluluklara karşı mesafeli olmalı.

Bir an önce toplum üzerinde oluşturulan darbe sendromu kaldırılmalı.

İktidarıyla muhalefetiyle tüm toplumsal katmanların “İşte bu” diyeceği bir toplumsal sözleşme üzerinde uzlaşmalı.

Bugüne kadar söylenenler ‘laf ola torba dola’dan öteye gitmiyor.

Numan hocanın

adı yaşatılsın!

 

Cumhuriyet tarihinin yetiştirdiği, ender insanlar vardır.

Bunlardan biri, İnegöl’de uzun yıllar öğretmenlik yapmış, 40’ın üzerinde kitap kazandırmış, eğitimci, edebiyatçı, yazar Numan Kartal.

Numan hocamız, uzun zamandır yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen okuma, yazma aşkından vazgeçmeden, gelecek kuşakların faydalanması için son günlerine kadar yazmaya devam etti.

Fakat ne yazık ki, kendisini önceki akşam İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede kaybettiğimizi büyük üzüntüyle öğrendik.

Son röportajını, üç-dört ay önce İnegöl’deki evinde Yeşil Bursa Dergisi Yayın Danışmanı Hüseyin Genç’e verdi.‘Atatürk’ün yazar hemşerisi’ başlığıyla yayınlandı.

Numan hocanın ilginç anılarını, hayata, eğitime dair çeşitli konuları içeren dopdolu yaşam öyküsünü merak edenler,yesilbursadergisi.com adresinde röportajlar bölümünden okuyabilirler.

Sevgili Numan Kartal hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailesinin, dostlarının başı sağolsun. Mekanıncennet olsun hocam…  

İnegöl Belediyesi böylesine değerli bir eğitimcinin ismini bir parka, caddeye, okula ya da bir kütüphaneye vermeli. Adı yaşatılmalı.