Eksik hatta esir hayatlar yaşıyoruz.
Kimse birbiriyle konuşmuyor, herkes telefonla konuşuyor ya da mesajlaşıyor sadece.
Yalan dünyada gerçek manalar arıyoruz belki.
Ya bizi rahatsız eden gerçekler var...
Ya da mutlu eden yalanlar...
Neye inandığımızın önemi yok aslında 
Yeterince inanırsak her şey mümkün gibi görünüyor.!
Mahkûm olmayı sevmiyoruz.
Özgürlükten de korkuyoruz...
Hal böyle olunca eksik hayat yaşamayı hak ediyoruz...
Belki de buna eksik hayat demek yerine "Hikâyeden hayatlar" da diyebiliriz
Hayatımız mı hikaye, yoksa hikayeden hayatlar mı yaşıyoruz ? 
Tam bir yamalı bohçaya benziyor  hayatımız aslında.
Nerede bir delik görsek onu yama ile kapatıyoruz,
Hayatımızı parça parça yaşar olmuşuz da, haberimiz yok!
Bölebildiğimiz kadar bölmüşüz o güzelim hayatı…
Önce “iş hayatı” ve “özel hayat” diye ikiye ayırmışız.
Sonra daha da un ufak etmişiz.
Aile hayatı, sevgili ya da eş ile  olan hayatı, iş arkadaşları ile olan hayat, çocuklarla olan hayat, eh bir de sosyal hayat var… Ya  Komşuları? Dostları? Ya kendim?
İşte size bölük pörçük hayat.
Yüzlerini aynalara bile göstermekten sakınan, kendinden yoksun, mutluluk oyunları oynayarak "Ertelenmiş hayatlar" da yaşıyoruz aslında.
Hayat bir olgunlaşma serüveni diye bilirdim.
Oysaki saklanmaktan ibaretmiş.
Giderek benliğimizden uzakta, rastgele yaşadığımız bu hayat her şeye rağmen devam ediyor...
Hayata dair kaldığımız yerden gülümseyerek yola devam
Tüm sıkıntıların üzerine her sabah yeniden doğuyor güneş...