Teke gibi kokmak… Toplumumuzda çokça kullanılan bir deyimdir. Bilmeyenler için küçük bir hatırlatma yapayım. Tekeler çiftleşme döneminde dişilerini etkilemek için vücutlarından bir koku yayarlar ki, dişi keçilerin başını döndüren bu koku biz insanların burnunun direğini kırar. (Salimen düşünüldüğümüzde erkek keçi (teke) için, amacı uğruna yaydığı bu pis kokuyu doğal karşılayabiliriz.)

Ancak bu hususta insanlar söz konusuyla, doğal karşılamak bir yana, mevzu bahis dahi olamaz. Yıllar yılı, özellikle de bindiğim toplu taşıma araçlarında (otobüs, metro, minibüs) bazen aşırı sıcak nedeniyle, bazen de soğuk havadan dolayı camların da açılmaması sonucu burnumun direğini kıran insanlara fazlaca rastlamaktayım. Hadi diyelim ki bindiğim kokan toplu araçtan inip bir diğerine bineyim, bir sonrakinde böyle insanların olmadığının da garantisi yok.

Hep merak etmişimdir ayrıca… Bu kötü kokuyu salgılayan insanlar ne hissediyor diye. Ancak belli ki kötü kokan kişilere yakıştırılan bir benzetme olan deyimde, kokan kişi tıpkı teke gibi kokar ve kendisi bu kokudan rahatsız olmadığı gibi çevresindekileri kokudan öldürmek üzere olduğunu ise bilmez tavırdadır.

Ve muhtemelen bu kişiler günlerce elbiselerini değiştirmeyen, yıkanmayan, dişlerini fırçalamayan, çoraplarını haftalarca giyen insanlardır. Yoksa bunun başka bir izahı yok.

Söz konusu koku olunca ve de kadın erkek arasında karşılaştırma yaptığımızda, erkeklerin ter kokularının, bayanlara nazaran daha ağır olduğu bir gerçek. Bayanlar asla kokmaz demiyorum elbet. Aksine, öyle bir kokarlar ki… Çoktur, ‘erkek olsam bu kadına bırakın dokunmayı, tokalaşmam bile’ dediğim ve bu konuda bir sürü örnek verebileceğim anılarım…  Ancak yine de hijyenine dikkat etmeyen erkekler tekeler kadar pis kokarlar ve maalesef ki çoğunluktalar.

Bu konuya da bir nebze de olsa açıklık getirmek gerekiyorsa. Terlemek ve ter kokusu başka, günlük çalışmalarından ötürü ter kokan ama akşam evinde yıkanan işçinin hali başka. Kaldı ki yıkanmanın, sosyo-ekonomik durumla da hiçbir alakası yoktur. Bu bir anlayış ve zihniyet meselesidir.

Kaldı ki su ve sabun, tüketim araçları içerisinde en ekonomik olanlarıdır. Dolayısıyla ne bahanesi ne de mazereti vardır. Son zamanlarda şehrimizin sularına bakacak olursak, en fazla biraz kireç kokabiliriz… Tabii bu da işin latifesi.

Biraz da örneklerle destekleyeyim yazımı en iyisi ben… Önceki gün, 12 Aralık (Salı günü), iş gereği Yıldırım’ın Mesken semtine gittim. Merkeze dönmek için önce 30 No’lu otobüse bindim. Kalabalık değildi ve benim en sevdiğim olan son koltuklardan birine (tam ortaya) oturdum. Bir durak sonra otobüse görünüşte güzel ve bakımlı iki kız bindi. Boş denilecek araçta onlar da yanımdaki koltuğu seçti. Yanıma yaklaşır yaklaşmaz, birinin üzerinden gelen yoğun parfüm kokusundan ve diğerinin de (sabah sabah sarımsak yemiş belli) ve dişlerini fırçalamadan dışarıya çıkmış olan kızdan gelen kokudan neredeyse yerimden fırlayacaktım. Ha gayret dedim ve oturmaya devam ettim, ancak tatlı ve yapış yapış gelen parfüm ve sarımsak kokusuna daha fazla dayanamayıp otobüsten indim ve hemen arkamızdan gelen 27 A No’lu özel halk otobüsüne bindim… Binmez olaydım…

Otobüsün içine girer girmez, tarif edemeyeceğim pis bir koku burnumun direğini kırdı ve ağzımı elimle kapatmama sebep oldu. Yine geriye doğru gittim ve bir yer bulup oturdum. Elimi ağzımdan, burnumdan çekmek istedim fakat yanlış karar olduğunu anlayınca tekrar kapattım.

Camlar kapalı, hastaneye giden bir hat ve içerisi orta ve ileri yaş grubu insanlardan oluşuyordu. Cam açsam, kesin tepki vereceklerdi. İnsem, hem işime geç kalacaktım ve de bir diğer otobüste aynı durum olmayacağı muammaydı… Ayıptır söylemesi kusmamak için de kendimi zor tutuyordum. İnmem gereken yere kadar nasıl sabrettim, bir ben bir Allah bilir.

Şimdi bu satırları okuyanlar belki de abarttığımı düşünebilirler. Onlara cevabım sadece ‘keşke’ ben abartıyor olsamdan ibarettir…  Temizlik imandan gelir! Güzel düşünce ve ahlak temiz bir vücuttan da geçer. Kendinize saygınız yoksa dahi, karşınızdakilere saygı duyun. Yıkanmak ne ayıp ne de günah!..