Bir anda aklıma geldi nedense.

Bazen daha senin bile olmayanı paylaşmak istemezsin.

Ne garip bir duygudur bu böyle bilmem ki…

Yaşayana hem mutluluk hem de burukluk verir...

İçinde bir adam onun içinde başka bir kadın, ‘Matruşka’ gibi…

Matruşka bebekler gibi aslında hayatlarımız.

Kendimizden bir parça görmeyi beklerken…

Bir de bakıyoruz ki bir başkası var içimizde.

O bir başkası parçamız olmuş bir şekilde haberimiz bile olmadan içimize yerleşivermiş.

"Bazen narin bir kadın gibi düşünmek istiyorum, bazen bir serseri gibi davranmak..."

İç içe geçmiş bu matruşkalar doldurmuş yüreklerimizi, ruhumuzu, beynimizi...

Bir köşesinden takılıp kaldığımız ve kopamadığımız hayatlar.

Henüz yaşamadığımız ve asla yaşayamayacağımız bambaşka dünyaların kapılarına götürüp bırakıyor bizi…

Şaşkın, yalnız ve çaresiz kalakalıyoruz tanımadığımız, bilmediğimiz yerin, arkasını göremediğimiz kapısının önünde!..

Sadece bize ait, içinde sadece bizim olduğumuz bir hayat var mıdır gerçekten?

Galiba yok... Hatta kesinlikle yok...

Hayatımızı ne yapsak da kendimiz için yaşayamıyoruz.

Paylaşmak zorundayız bir başkalarıyla…

Başkaları bizim, biz başkalarının hayatında olacağız hep.

Asla tek başımıza yaşamayacağız bu hayatı ama tek başımıza terk edeceğiz.

Bazılarımızın içi daha büyük oluyor daha çok kişi sığdırıyor.

Peki neden bir kişi değil de birden çok kişi oluruz?

İnsana kendisi yetmiyor da ondan mı?

Yoksa hayat değişim hızımıza yetişemiyor mu?

Matruşkaların içinde kaybolan hayatlarımız, kırık matruşkalar belki de iç içe geçmekten…

Benim de içimden matruşka gibi bebekler çıkıyor sanki...

En gerçeği en küçük olanı, en büyük matruşka ise en çirkini...

Sizin kaç tane matruşkanız var biliyor musunuz?

Siz bilebilirsiniz ama başkaları asla, şairin dediği gibi:

"İzin verdiğin kadar bilebilirler seni,

Gerisi sadece zannettikleri…"