Dindarlığın herkes tarafından sahiplenildiği ve bununla birlikte Allah'ın Kur'ân-ı Kerim de "...Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!(Bakara 148) şeklinde emir buyurduğu ayet-i kerimesini; insanların riya ve gösterişle süsleyip de Allah'a sunduğu bir dönemdeyiz.

Mum dibine ışık vermez misali hacı, hoca, abid olma sevdası ve arzusu içinde farz vacip sünnet ve nafile amellerle iştigal olan beşer, hayır diye düşündüğümüz ibadetlerin çoğunu ulvi bir niyet için değil de sadece kendi iyiliklerini arttırmak adına yapıyor.

Hizmet etmek ise Müslüman’ın esas gayesi olmalıdır. Hizmet ve himmet ruhu için gayret etmek o büyük İslam alimlerinin ve evliyaların hayatlarındaki en kutsal gaye olmuştur.

Hizmet ehli hizmetinin karşılığını beklemediği halde dünyada hizmet edilmeye layık olurlar. İmam Şafii (r.a)’den nakledilen şu söz bu manaya işaret etmektedir: “Hizmet edene hizmet edilir.”

Muhterem zatlardan Bayezid Bistâmî yaşlı bir kişinin ibriğini tutmuş, hizmet ederken:

-“Baba, sen gençliğinde hiç kimseye hizmet etmedin mi ki, yanında sana hizmet edecek kimse yok” diye sordu. Yaşlı zat gülerek:

-“Etmez olur muyum, eğer etmemiş olsam sizin gibi muhterem bir zat benim elime su döker miydi?” diye cevap verdi.

Gönenli Mehmet Efendi Hazretleri'ne, “Zorda kalan bir adamcağız var hocam! Adam Müslüman ama dindar biri değil” demişler. Cevaben; “İnsan olması yetmez mi oğul” demiş, yüklü miktarda para göndermiş.

Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını ister; “Sulbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır” derdi. Kendisi ilmî mütâlaayı hiç bırakmazdı. Zevcesi Hanife Hanım’a; “Hanife, Hanife yeni bir câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim” derdi.

Alvarlı Efe Hazretleri, herkese, bilhassa hasta ve düşkünlere karşı çok merhamet ve şefkatli idi. Fakir ve yoksullara hiç beklemedikleri anda yardım eder onların ne halde olduklarını kendilerinden iyi bilirdi. Birçok fakire fırınlardan ekmek göndererek günlük ihtiyaçlarını karşılardı. İhtiyacından dolayı huzûruna gelenler, derdini söylemeden, kendisi Allahü teâlânın izniyle onların isteğinin ne olduğunu anlar ve ihtiyaçlarını giderirdi.

Dünyâyı hiç sevmezdi. Dünyâ malıyla hiç ilgilenmedi. Doksan senelik hayâtında taş taş üstüne koymadı. Bir evi yoktu. Cenâb-ı Hakka hamdederek; "Elhamdülillah, tapuda kaydım dünyâlık bir şeyim yok. Babam bu dünyâya bir çivi çakmamıştı. Benim de bir çivim yok" derdi.

Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:

–Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?, sorusuna yanıt olarak meclistekiler; mal, para, eşya, hayvan vs şeyler isterdim şeklinde benzer şeyler söylerken, Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer'e sordu:

-Ya Ömer peki sen ne dilerdin?, diye sordu. Hz Ömer, cevap verdi:

-Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi Müslümanlar yetişsin isterdim. İslâm'a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye.