Ömür diyoruz, ömrüm diyoruz sonra bir bakıyoruz su gibi akıp geçmiş... Kısacık ömür deriz ama bazen de bitse de gitsek diye bakarız büyütürüz gözümüzde.
Bir gün öleceğimiz, her şeyi bırakıp çekip gideceğimizi biliriz ancak yine de yüreğimizdekileri yaşamaya korkarız.
Hayatımızda erteleyemediğimiz iki şey var, biri doğumumuz diğeri ise ölümümüz.
Arasında geçen ömür denen süreçte her bir eylem ertelenmişlikle dolup taşıyor.
"Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık" şarkısını mırıldanarak efkarlanır, kaldırırız kadehlerimizi havaya…
Oysa ki o ömrün içine eden de biziz, ömrümüze ömür katan da…
Yaşayacağımız ömrün kalitesi tamamen bize ait.
Misafir olmanın keyfini sürmek yerine, ev sahibi telaşı içinde kendimizi paralayıp duruyoruz.
Ömrümüzde ilk öğrendiğimiz ve en iyi yaptığımız tek şey ERTELEMEK!
Ertelemeler bir şekilde hayatımıza girmeye başladıktan sonra hayatın içindeki yüklerimiz de artmaya başlıyor.
Yemek yemeyi ertelemek…
Su içmeyi ertelemek…
Uyumayı ertelemek derken…
Fiziki ertelemeler ile düşünsel ve ruhsal ertelemeler ve ömür bitti gitti… 
Tadına varamadan...
Suçlu kim?
Hayatı zorlaştırmanın temelinde yer alan kelime ne diye sorarsanız…
“ERTELEME” derim…
Ertelenmiş evlilik kararları…
Ertelenmiş çocuk istekleri…
Ertelenmiş aşklar…
Ertelenmiş yolculuklar…
Kariyer yapmak için ertelenen düşler… 
Düşleri beklerken ertelediğimiz yaşanmışlıklar…
Derken erteleme heybemizin içinde kocaman yaşanmamışlıklar ve
pişmanlıklar…
Arabanızın lastiği kullanılmaz hale geliyor…
Siz erteleyerek büyük kazalara imkan veriyorsunuz ve adına kader diyorsunuz.
Bugün alabileceğiniz keyfi asla yarına ertelemeyin…
Ömrümüz çok uzun değil... 
Bir çay içimi kadar kısa