80 ülkücülerinin ve Türk siyasetinin efsane isimlerinden biridir Muhsin Yazıcıoğlu…

Muhsin Başkan, 31 Aralık 1954 tarihinde, çiftçi bir ailenin oğlu olarak Sivas’ın Şarkışla ilçesi Elmalı köyünde dünyaya gelmiş. Küçük yaşlarından itibaren ülke meselelerine hassasiyet gösteren Yazıcıoğlu, lisede duvar gazetesi çıkarırken Türkiye dışındaki Türkleri mütalaa etmesiyle babasının dikkatini çekmiştir.

Lise yıllarında genç ülkücüler teşkilatına dâhil olmuştur. Üniversite eğitimi için Ankara’nın yolunu tutmuş, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde eğitimine devam etmiştir. Ankara’ya geldiğinde de ülkücü hareket ile bağını koparmayan Muhsin Yazıcıoğlu, zamanla ülkücü hareketin bir numarası olacaktır.

Gün gelir, 70’li yıllarda yaşanan bazı olaylar sebebiyle Ülkü Ocakları Derneği hakkında kapatma davası açılır ve hâkim tarafından kapatma yönünde karar verilir. Bunun üzerine Muhsin Başkan bütün ocak başkanlarını Ankara’ya çağırır. İvedilikle bir kongre yapılarak Muhsin Başkan Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevinden ayrılır, yerine Lütfü Şehsuvaroğlu getirilir. Ocak başkanlarının eline iki ayrı kâğıt verilir. Kâğıtların birinde Ülkü Ocakları Derneği’nin feshedildiği yazılıyken diğerinde ise Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel başkanı olacağı Ülkücü Gençlik Derneği’nin kuruluş yetkisi vardı.

Muhsin Başkan ocak başkanlarına, emniyete giderek Ülkü Ocakları Derneği’nin fesih yazısını vermeleri, daha sonra ise Ülkücü Gençlik Derneği’nin kuruluş yazısını vermeleri yönünde talimat verir. Bu talimata binaen Türkiye çapında 350 şube kapanır ve yerine 350 yeni şube açılır. 45 dk içerisinde Ülkü Ocakları Derneği’nin yerini Ülkücü Gençlik Derneği almış olur. Bu büyük güç gösterisi operasyonunda tek bir fire dahi verilmemiştir. Adresler ve yöneticiler aynı kalır, tek değişiklik tabela değişikliği olur. Bu hareket ile Türkiye çapında büyük bir disiplin ve güç gösterisi icra edilmiştir.

Gençliğin eğitimsizliğinden yakınan merhum Alparslan Türkeş, Namık Kemal Zeybek’i çağırarak, bulunduğu işinden ayrılmasını ve 30 kişilik bir kadro kurmasını istemiştir. Ayrıca bu 30 kişinin işlerinden ayrılmalarını ve maşlarını bizzat kendisinin vereceğini belirtmiştir. Zeybek’in 30 ismi belirlemesinin ardından Türkeş, 30 kişiyi bizzat kendisi 4.5 ay müddetince eğitmiştir. Türkiye’nin her köşesine yayılmalarını istediği bu kişiler arasında Muhsin Yazıcıoğlu da vardır. Yazıcıoğlu yine fedakârlığını göstermiş ve Türkeş’in verdiği maaşı sadece 2 ay almış daha sonra ise “Benim Sivas’tan param geliyor” diyerek almamıştır.

1977 yılında yapılan seçimler neticesinde birinci milliyetçi cephe hükümeti kurulmuş olup Gümrük ve Tekel Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı MHP’ye verilmiştir. Gümrük ve Tekel Bakanlığı’na getirilen Gün Sazak sayesinde gümrüklerdeki rüşvet ve kaçakçılık kesilmiştir. Her kesimden vatandaş Gün Sazak’ın bu konuda hakkını vermiştir. Gün Sazak daha sonra 1980 senesinde şehit edilmiştir.

ÖYLE BİR YÜREK Kİ!..

MHP’de bulunan bakanlık merkezleri ülkücü gençlerin uğrak yeri olmuştur artık. Bunun en bariz örneği Sağlık Bakanlığı’dır.  Bir gün sayıları yüzü aşan bir grup, Sağlık Bakanlığı’nı taşlamaya başlayarak tüm camları indirirler. O esnada Ülkü Ocakları Genel Merkezi yöneticileri ve Muhsin Başkan da oradadır. Yazıcıoğlu, bu olaya boyun eğmeyerek beraberindeki Ocak yöneticilerinden ve liseli ülkücü gençlerden oluşan 15 ila 20 kişilik bir grupla aşağıya iner. Başkanı görüp bir an irkilen protestocular taş yağmuruna devam ederler. Bunun üzerine Muhsin Reis, ülkücü hareketin lideri olmanın verdiği geri çekilmeme mecburiyeti sebebiyle belindeki silahına davranır. Havaya birkaç el ateş ederek “Kaçmayın, kaçanı vururum” der. Silah sesini duyan karşıt görüştü protestocuların neredeyse tamamı korkularından kaçarlar. Milletin sadık evladı, devletimizin sigortası ülkücüler, Kızılay’da adeta gövde gösterisi yaparak Sağlık Bakanlığı’nın namusunu kurtarmışlardı.

ÜLKÜDAŞLARINI BIRAKMADI

12 Eylül 1980 sonrası Yazıcıoğlu, cezaevinde olan Türkeş’in Aralık ayı sonunda kendisine haber göndererek çok ağır işkenceler göreceğini öngördüğünden ötürü mutlaka yurtdışına çıkmasını istemesine rağmen Yazıcıoğlu, arkadaşlarının mağdur olacağını, bunun uygun bir davranış olmayacağını belirtmiştir.

Bir gün Muhsin Başkan da MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sebebiyle tutuklanır, darp göre göre Mamak Cezaevi’ne götürülür ve idam talebiyle yargılanır. 5 buçuk yılı hücrede olmak üzere toplamda 7.5 sene cezaevinde kalan Yazıcıoğlu; adi, ağır ve akıl almaz işkencelere maruz kalır, günlerce gözleri bantlı, T şeklinde havada sallanarak çırılçıplak bir şekilde; dilinden, dişinden, parmaklarından hatta ne çirkefliktir ki tenasül organından bile elektriğe verilir. İlk günlerde yemek ve suyun dahi verilmediğini, daha sonra bir parçacık kuru ekmek ve ağızlarını ıslatacak kadar su verildiğini söyler. Yemek yerlerken bile sağa sola bakmaları yasaktır, gözleri yarım açılarak sadece yemek tabağına bakmak zorundadırlar. Yemek sonrasında gözleri hemen kapatılmaktadır.

DEVLETİ ŞİKÂYET ETMEYİZ

Başkan’ın en çok zoruna giden şey ise 12 Eylül öncesinde uğruna canlarını vermekten çekinmedikleri İstiklal Marşı’nı bağırarak okumalarının cop kullanılarak istenmesiydi. Onun deyimine göre yapılan zulümlerle idealist gençlerin kişilikleri ezilmiştir. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin yargılandığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği Türkiye tarihinin bu en karanlık günlerinde, bütün gençler istismar görmüştür. Bir zamanlar okullara, sokaklara, mahallelere, şehirlere sığmayanlar 2.5 metrekarelik hücrelere sığmak zorunda kalmışlardır. Yapılan zulümlere rağmen Avrupa’dan gelen bir komisyonun cezaevini denetlemesi esnasında ülkücüler: “Kendi devletimizi yabancı birine şikâyet etmeyiz. Bu bizim iç meselemizdir” diyerek milli bir duyarlılık göstermiş, yabancılara şikâyeti gururlarına yedirememişlerdir. Yine aileleriyle de görüştükleri zamanlarda da ailelerinin şişlikleri görmemesi için ellerini arkada tutmuşlardır. Muhsin Başkan ise bayramlar dışında ailesinin ziyarete gelmesini istememiştir. Genel bir ülkücü karakteri olarak yaşananları abartma değil, azaltma yönünde bir özellikleri olduğunu belirtmiştir.

Mahkûmların isteklerini soran binbaşıdan yiyecek içecek gibi şeyler isteyen, hemen hemen herkesin aksine bir top kâğıt ve kalem istemesi ise onun ayrı bir güzel yanını göstermektedir. İdam ile yargılanan, Filistin askısı elektrik gibi ağır işkenceler gören başkan, 7 buçuk yılın ardından hiçbir suçun yok denilerek 1987 yılı 26 Nisan’ında serbest bırakılır.

EVET, NEREDE KALMIŞTIK?

Cezaevinden kendisini almaya gelenlere söylediği ilk söz ise “Nerede kalmıştık?” olur… Onca çileye rağmen hayattan soğuması, kopması gereken birinin aksine Muhsin Başkan’ın bu sözleri sarf etmesi, onun davasına ne kadar bağlı olduğunun, reisliğinin, liderliğinin ve başkanlığının en keskin ispatıdır.

Türk siyasetinin temiz ülkü adamı Muhsin Başkan, tehditlere de asla pabuç bırakmaz.

Muhsin Başkan ve arkadaşları, siyasi çalışmalarını çocuklarının süt parasından keserek yürütmüşlerdir. Hazinenin seçim çalışmaları için verdiği parayı, kaloriferlerinin yanmadığı parti binasında oturmak pahasına, devlet malının yetim malından farkı yoktur diyerek hiçbir zaman almamışlardır. Yeri gelmiş simit yemişlerdir ama haram yememişlerdir.

VATANDAŞIN DERDİNİ DİNLERDİ

Reis, şehit analarının duasını ve milletinin sevgisini alarak mücadelesini sürdürmüştür. Bazılarının seçimden seçime hatırladığı köylere ve şehirlere hep Anadolu sıcaklığıyla gitmiştir. Halkın, “Buraya siyasetçiler gelir anlatır gider. Bizim Muhsin gelir, dinler gider” dediği Muhsin Başkan olmuştur.

Seçim sürecinde birbirine girenlerin aksine, “Seçimler kavga aracı olmasın, sel gider kumu kalır. Bu seçim de gidecek ama siz akraba olarak, komşu olarak kalacaksınız” deme erdemini göstermiştir.

Edebiyatını başkaları yaparken, vatanı sevmenin çilesini o çekmiştir. Mukaddes davalarda ölümün güzelliğine inanarak hep Hakk’ı tutmuştur.

Hafızalara kazınan bir anısı ise onun manevi duruşunu göstermektedir. Sabah namazının yaklaştığını fark eden şoförünün aracı camiye çekmek istemesine, “Olmaz, seçim yaklaştı. Yanlış anlaşılır, evde kılalım” diye karşı çıkarak, insanların oyu için ahretini satmayan bir Müslüman olmuştur. Evet, o çok şey olmuştur: Başkan olmuştur, reis olmuştur… Her şeyden öte adam olmuştur ve insan olmuştur!

KEŞ DAĞI’NDA YANDI YÜREKLER

Tarihler 25 Mart 2009’u gösterdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kapsamlı ve en büyük suikastı gerçekleştirilir. Seçim çalışmalarını sürdürmek için çocuklarının süt parasından keserek kiraladıkları helikopter, Keş Dağı’nda düşürülür. Olayın sonrası adeta onlarca ciltlik romana benzer. Koskoca 3 gün geçer, enkaza köylülerin bulması sonucunda ulaşılır.

Muhsin Başkan’ın cenaze töreni ise ülkenin, hatta dünyanın dört bir yanından gelen yüzbinlerce insanın katılımıyla gerçekleşmiştir. Her kesimden, her partiden milyonlarca insan toplanmıştır; seçimlerde yüzde 2’yi, yüzde 3’ü aşamamıştır ama cenazesindeki milyonlar, Ankara caddelerine sığmamıştır.

İnanılması çok güç fakat ona 80 sürecinde işkence yapan bir cani bile helallik için törene gelmiştir. Son “REİS” Muhsin Reis, uğrunda canını verdiği büyük birliği cenazesinde sağlamıştır.

12 Eylül sonrasında idamla yargılanan Yazıcıoğlu, ağır işkenceler görmüştür.

Muhsin’im

Haber geldi birden, Muhsin’im darda.

Kor gibi yüreği, üşümüş karda…

Kahraman canını verdi bu yurda.

 

Onu bizden alan dağ mı, kar mıdır?

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

Dağ, taş mı dayanır; bu ne fırtına,

olacak iş mi bu Allah aşkına!

Boylanın hele bir şu Keş Dağı'na.

 

Ben ölmedim deyip, gelen var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

Dört bir yandan bela yağarken yurda,

Çaresiz kalmışız sanki biz burada…

İhtiyaç var şimdi çok, o bozkurda.

 

Yurda başka çare olan var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

Sana emanet bu dava, diyorlar;

Şehit olmuş, gelmez daha, diyorlar.

Suikasta bir de kaza, diyorlar.

 

Bundan daha büyük yalan var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

Hayatta çok insan görsem de yalnız,

güneş olsa kalmaz hiç böyle yalnız…

Alperenler kaldı, öksüz ve yalnız.

 

Alperen’den yaşı silen var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

Şaşılacak ne var, bilmem ki bunda!

Kimsede olmaz bir hâl vardı onda...

Onun yolunda, onsuz geçen her günde,

 

Dirilip de tekrar ölen var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?

 

'O' düşer yâdıma, al güller açsa…

Veyahut da bir helikopter uçsa,

Değil ki beş on yıl, asırlar geçse,

 

‘Reis’in yerini alan var mıdır,

Muhsin’im nerede, bilen var mıdır?