Sayın Cumhurbaşkanım, biz  kuvvetler ayrılığı filan derken, lütfen siz, “Komutanlar 'Turist' diyene dava açmalı” demeseniz..

Siz başkomutansınız, onlar bunu emir telâkki ederler.

Siz emretmeseniz, belki gülüp geçecekler.

Belki demokrasimiz çiçek açacak.

Zaten savcılar çoktan harekete geçtiler.

Savcı  dava açarsa ve onlar isterlerse davaya müdahil olurlar.

Siz böyle konuşursanız, onlar sözlerinizi, "Davaya müdahil ol talimatı" olarak algılarlar.

Siz benden daha iyi bilirsiniz sayın Cumhurbaşkanım, bakmayın o askerlerin çatık kaşlarına, onlar da bizim gibi, akşam ordu evlerinde oturur, sohbet ederler, yan gözle güzel kadınlara çaktırmadan bakar, bazen hepimiz gibi şakalaşır, kahkahalar atarlar...

Siz bilirsiniz ya, ben yine de kulağınıza bir şey söyleyeyim mi sayın Cumhurbaşkanım, bazen etraftan duyulmasın diye, kısık sesle  hafif müstehcen fıkralar da anlatırlar.

Çünkü onlar insan..

İnsan Sabri beyi bilirsiniz..

12 Mart 1971 muhtırasından sonra, Adalet Partisi Bursa İl kongresine gidiyorduk.

İhsan Sabri bey, benim bugünkü yaşımdaydı..Laciverte çalan mavi Taunus arabasının direksiyonuna oturmuştu..

Yolda kendilerine, "İhsan bey" dedim.. “Bir daha iktidara gelirsek, beyefendiye sizi Dışişleri Bakanı yapmamasını söyleyeceğim.”

O bizim gibi değildi. Hiçbir zaman hitap muaşeretinden vazgeçmezdi.

“Ne diyorsunuz Ertuğrul beyefendi" diye sitemkâr bir ses tonuyla sordu.

Gülerek “Siz Milli Savunma Bakanı olmalısınız. Askerlere orduevlerinde kokteyller verirsiniz, ölçüyü kaçırmadan hafifi müstehcen fıkralar anlatır, sonra kadehinizi büyük bir zarafetle kaldırır, 'Şerefe' dersiniz.. Onların bazıları da, içten içe sizden nefret etseler bile, yavaş yavaş, 'Bunlar da bizim gibiymiş' derler” ..

Hoşuna gitmişti.

Benim de benzer şeyler başıma gelmişti sayın Cumhurbaşkanım.

Eşimin dayısının kızı bir Albay Hâkimle evliydi.

Bir akşam evlerinde arkadaşlarına verdikleri yemeğe bizi de davet etmişlerdi.

İçlerinde Yassıada’da Menderes'in idamı için el kaldıranlar da vardı. Benim nefret ettikleri Adalet Partisi milletvekili olmam onları, önce tedirgin etmişti.

Belki içkinin, belki de sohbetin tesiriyle o tedirginlik yavaş yavaş kayboldu ama, içlerinden bir hanımın gözlerini benden ayırmaması, bu sefer de, benim  tedirginliğime yol açtı..

“Hanımefendi, beni  galiba birine benzettiniz..” demek mecburiyetinde kaldım...

O hanım , "Hiç Adalet Partili bir milletvekili ile tanışmamıştım. Keşke hepsi sizin gibi olsalar?" deyince, “Siz onları hiç tanımaya çalıştınız mı?. Bakınız ben Adalet Partisi'nin yönetici kadrosunda olmayan. Tanınmamış bir milletvekiliyim. Liderimizi, kamunun tanıdığı politikacılarımızı bir tanısanız, Adalet Partililer hakkında fikriniz değişir" cevabını vermiştim.

Ama sonra dan Süleyman beye koşup, “Beyefendi bir gün Nazmiye hanımın elinden tutup Kızılay’da korumasız yürüseniz, halkın arasına karışsanız, bir sinemaya, sevmeseniz de bir tiyatroya gitseniz, mitinglerde size sevgiyle uzanan ellerden başka ellerin de bulunduğunu bir hatırlasanız” demiştim.

Sayın Cumhurbaşkanım, muhafazakâr partilerin yanlışı burada, kendi gettomuzun dışına çıkmıyoruz, tanıtmıyoruz kendimizi..

Maalesef siz de, aynı şeyi yapıyorsunuz.. Milli Türk Talebe Birliği’nden, Birlik Vakfı'ndan, Aydınlar Ocağı'ndan tanıdıklarınızın dışında, diğer kesimleri umursamıyorsunuz.

Arada bir uğradığınız Taksi yazıhaneleriyle bu olmuyor.

Ne olur bir akşam, aniden hanımefendi ile birlikte Kemâl Kılıçdaroğlu’nun kapısını çalsanız, O’nu bir şaşırtsanız..

Ne kadar eli ayağına dolaşır, ne kadar şaşırırdı.

Ne olur hepimizi şaşırtsanız.

Askerimiz, savcılarımız, hâkimlerimiz zaten işlerini yapıyorlar.

Siz karışmasanız...