Siyaset, hem uzlaşma hem de gündemi yönetme sanatıdır.

Kendi siyasetinize, katılımlar istiyorsanız, sizlere katılımını umduğunuz insanların, ruhi gelgitlerini hem hesaplamak, hem de yönetmek durumundasınız.

Bunu yapmazsanız, sadece hüsrana uğrarsınız.

Biliyor musunuz, ben hâlâ, anaysa değişiklik tasarısının meclisten geçebileceğinden emin değilim; ayrıca, mecliste olup bitenleri görünce, bu tahminimi gözden geçirmek mecburiyetinde de kalıyorum.

CHP'liler, karşı tarafı bu anayasa tasarısı etrafında kemikleştirmek için, olağan üstü bir gayret sarfediyor.

Bilsinler ki, o komisyondaki bağırıp çağırmaları, kavgalara karışmaları, pet şişeleri iktidar partisi mensuplarının üzerine savurmaları; sadece ve sadece, iktidar partisinin milletvekilleri arasında  vicdanıyla partiye bağlılığı arasında kalanları, inanmasa da, istemese de partinin arzularının yanında olmaya mecbur eder..

Biz 1971'de bu duyguları yaşadık.

Adalet Partisi grubu, demokratik murakabe hakkını kullanmak istemiş ve Yahya Demirel’in “hayali ihracat” yaptığı, Demirel kardeşlere Ziraat Bankası tarafından açılan 19 milyon liralık kredinin usulsüzlüğünü gündemine almıştı.

Parti meclis grubu ikiye ayrılmıştı: Milliyetçiler  ve Yeminliler.

Yeminliler, bugün Cumhurbaşkanı külliyesinde oturan yağcı danışmanlar gibi, bu olayın tartışılmamasını istiyor; ben ve bazı genç arkadaşlarım da, Demirel’i sevmemize rağmen, demokratik murakabenin en iyi yol olduğuna ve yapılmasına inanıyorduk.

Bir gün, Demirel grupta, “ Başımız gökler dek dik, alnımız açıktır.” deyince, ben dayanamayıp,“O fizyolojik bir hâdisedir, siyasetçinin alnı yargı önünde aklanır “ demiş ve siyasi hayatımı o gün bitirmiştim.

Olayı, gruba getirenler öfkelerine yenildiler, demokratik murakabeden vazgeçip, askerleri darbeye teşvik etmek için kollarını sıvadılar.

Parti ikiye bölündü, Demokratik Parti  kuruldu ve  3 ay sonra 12 Mart darbesi  oldu.

Grupta demokratik murakabe ve yapılmasını savunan, ben ve bazı genç milletvekili arkadaşlarım, demokratik murakabe yerine, faşist yönetime varıldığını görünce, Demirel’in etrafında kenetlendik.

Ve O’nun yüce divana gönderilmesini engelledik.

Oysaki, demokratik usullere riayet edilseydi, Demirel’e muhalefeti darbeyle devirmeye dönüştürmeseydiler; bizler demokratik muhalefetin, dikkat ediniz, grupta başarıya ulaşmasını temin ederdik.

Darbe yapılınca, grup içi murakabeyi terk etmiş, “liderimizi kurban vermeyiz” noktasına gelmiştik.

Yıllar sonra, Demirel müteaddit röportajlarında, grupta demokratik murakabenin işlemesine izin verilmemesini, siyasi hayatının en önemli hatası olarak zikretmiştir.

Yani, diyorum ki,CHP’liler, anayasa komisyonuna yığılıp, bağırıp çağırmasalar, bu konuyu en iyi tartışabilecek milletvekillerini o komisyonda konuştursalar, o konuşanlar hakaret etmeden sakin, medeni bir şekilde gerekçelerini sıralasalar, ne sözleri kesilir, ne de tereddüt içindeki iktidar milletvekilleri “ Yanlış mı yapıyoruz “ diye endişeye düşer.

Kılıçdaroğlu, sokak politikalarına tenezzül etmeyen sivil toplum örgütleriyle bir araya gelse, “Bizim alternatif anayasamız budur” diye bizi  ikna, tereddüt sahibi milletvekillerinin de vicdani muhasebelerinde “ doğrusu budur “ neticesine varmalarını temin etse, Türkiye ‘de demokrasiye inanç o kadar artar ki, tahmin bile edemezsiniz.