Biçilmemiş otlakları pek severim. Tek bir boyda olmayan, hayatın akışı gibi uzunlu-kısalı, irili-ufaklı, çeşit çeşit otlar ve yeşilin bin bir tonu…

Paçalara tutunan iyilcanlar, sırtı tırtıklı koyu yeşil çimenler, kadife geniş yapraklar, karahindibalar ve nazik kır papatyaları. Üzerinde bir ağaç yükselsin. Mümkünse kucaklayıcı bir kiraz. Salkım salkım salsın saçlarını yere söğütler. Çitlere bir sarmaşık dolanmış. Hani şu gündüz açıp akşam kapanan pembeli morlu çiçekli olanlardan. Çitler en az yirmi yıllık. Kesildikleri ağacın damarları öylece donup kalmış. Renkleri kahveden griye çalsın. Bu çitlere çakılan çiviler etrafına bir karalık yaymış. Bu da çitlerin yaşını anlatsın.

Dalların aralıklarından süzülen güneş yer yer otlara vurmuş. Solucanlar gezsin, sümüklü böceklerin salyası dolaştıkları yerlere bulaşsın. Bu salyada güneş bin bir renkli parıltılar yaratsın. Hatta yer kuşağı diyelim ona da. Karahindibalar ışık hüzmelerinde dolaşsın. Onlara binlerce toz zerresi eşlik etmiş. Guguk kuşları dallarda, kediler güneşin vurduğu sıcak yerlerde…

Böyle bir bahçeye açsak penceremizi ve sabah serinliği çarpsa yüzümüze. Arabaların sesleri duyulmasa, evler iki katlı ve ahşap pencereleri olsa.

Bizim pencerelerimiz ahşap görünümü verilmiş plastikten.

Balkonlarımız demir görünümlü çelikten.

Çitlerimiz yok, duvarlar ördük sokaklara betondan.

Çakılan çiviler yok, izleri yok, yaşları belli değil.

Ağaçlar da parklarda kaldı, bahçemizdeki bodur süs bitkilerini yusyuvarlak budamışız.

Otlakları biçmişiz aynı boyda, kusursuz…

İyilcanlar kuruyunca batar, koparmışız.

Karahindibalara alerjimiz var, sümüklüböcekten korkarız.

Kedilerimizi bile traşlamış, tasma takmışız.

Guguk kuşları değil güvenlik kameraları dallarda…

Ateş böcekleri değil gecemizi aydınlatan da…

Ne kadar dingin bir ortam… Barbekümüzü ve milyarlık hasır görünümlü naylon sandalyelerimizi atalım bahçeye.

Ve bir poz çekip bu doğallığı paylaşalım sevdiklerimizle…