Vazgeçilmezlerin hep mezarlıklarda yattığını düşünürken hata ederiz. Yaşarken bazen cebimize, bazen koltuğumuza, bazen de zülfü yâre dokunduğundan bizim için böyle “sıkıntılı konuları” ahirete ötelemeyi uygun görürüz.

Heybemizde bir şey birikmediğinden bir yandan çocuklarımıza bile örnek olmak yerine onları başka hedeflere doğru yöneltirken, Öte yandan kendi akranları ile iletişimini kesip yarıştırmayı doğru zannederiz.

Bunun sıkıntının adı “kifayetsiz muhterisliktir” yani yetersiz ama hırslı arızalı bir kişilik tablosudur.

Koltuk makam sevdasını bir şekilde anlamak mümkündür. Emek ve zamanla hak ederek oturulmuş koltuklar değerlidir denir ama değerli olan koltuk değil ona oturan bedendir değerli olan…

O beden kalktığı zaman koltuk aynı koltuktur. Koltuğa şeklini ve değerini veren oturandır.

Sevgili Mehmet Gerçeksi ile bir sohbetimizde olayların değerlendirilmesinin en doğru ayar ölçüsünün zaman olduğunu konuşuyorduk. Bir anda “ Abi insan ömrü makamlarla sınırlı olsa herkes çalsın oynasın ama görevler bittiğinde önümüzde aynı özgüvenle insanların gözünün içine bakmak zorunda olduğumuz bir ömür kalıyor” deyiverdi.

Belki çoğumuzun hep aklımıza gelen ama ilişkilerimizde ve profesyonel yaşamımızda beceremediğimiz felsefeyi kısacık bir paragrafta tarif etmesinden çok etkilenmiştim.

Dünyayı, ülkeleri, partileri, illeri, ilçeleri, şirketleri, kulüpleri yönetenlerin bu tarifi alıp üzerine akıl ve emek katarak yaşamaları gerekir diye düşünüyorum.

Kifayetsiz Muhteris olduğunuzda dünya savaşı çıkarırsınız, ülkenizi karıştırırsınız, partinizi dağıtırsınız, illeri, beldeleri şirket batırırsınız kulübünüzü küme düşürürsünüz ama kavun tatlı koltuk sıcak olduğu için anında bahanesini bulursunuz.

Ancak çoğu kez yaşarken intikam alır zaman… Bırakın yöneticiliğinizi, adamlığınız sorgulanır, dünyada, ülkelerde partilerde, şirketlerde, kulüplerde ve Bursa’da…

O nedenle oturacağımız koltukları iyi seçmemiz gerekir. Ne bol ne dar olmalı. Olacaksa mabada değil liyakata uygun olmalı!