Naim… Herkes gibi bende onu Kırcaali’de okuduğum lise dönemimde Naim Süleymanoğlu ismiyle tanıdım. Spor hayatına ortaokulda başladığı ve antrenmanlarda olduğu gibi katıldığı yarışlarda da derece ettiği için, liseye geldiğinde o artık zaten bir süre sonra tüm dünyanın tanıyıp, konuşacağı adam olmaya başlamıştı bile…

Görünen köy kılavuz istemiyordu ve çok sevgili rahmetli Barış Manço’nun da dediği gibi “Adam olacak çocuk” gelişinden belliydi.

Hiç unutmam… Naim’i okulumuzda ilk gördüğümüzde hepimiz çok şaşırmıştık. Bulgaristan’da normalde, özellikle de erkeklerin boyları pek 1.70’in altında değildir. Naim ise 1,50’nin altında olup, boyuna da bakmayıp, bir de şöyle yukarıdan yukardan bize bakmıştı… Benim boyum da kısa sayılmadığı ve de 1,70 olduğu için,bu kez ona ‘haddini bildirmek’ yüksekten ben bir bakış fırlatmıştım…

Çünkü hayatım boyunca kendini beğenmiş insanlardan,çok nefret etmişimdir.. Ve Naim’i de o an çocuk aklımla onlardan birisi sanmıştım ancak Naim’i tanıdıkça hepimiz onu çok sevmiş ve aslında o küçük dev adamın, dev gibi de bir yüreği olduğunu çok geçmeden öğrenmiştik.

Naim birkaç gün okula gelmeyince, üç arkadaş meraklanıp yürüme mesafesinde olan evine gitmiştik. O gün anne babasıyla da tanışma fırsatı bulduk. Evlerinin bahçesinde (şimdi hatırlamıyorum) bir şeylerle uğraşıyorlardı. Hava çok sıcaktı ve ikram ettikleri buz gibi ayran hepimize ilaç gibi gelmişti. O sıcacık, iyi niyetli, insan gibi insan olan anne, babayı hala dün gibi de hatırlıyorum… Başları sağ olsun…

Okulda çok görmezdik Naim’i çünkü o sürekli antrenmanlardaydı. Zaman zaman da okula, hele ki derse gelmesi büyük bir olaya dönüşüyordu. İçtenliğiyle, esprileriyle, bazen birden ihtiyar bir amcaya dönüşüp verdiği nasihatlarıyla gönüllere taht kuran lise arkadaşımız, ‘cep Herkülü Naim’i en son mezuniyet balosunda gördük.

Gördük diyorum. Çünkü Kırcaali’de bulunan Hotel Arpezos’da düzenlenen ve de onun damezuniyeti olan balomuza bir koruma ordusuyla gelen arkadaşımız, bir saat durduktan sonra hemen birileri tarafından alıp götürüldü… Ne yalan söyleyeyim. Bu duruma hepimiz acayip üzülmüş ve de çok kızmıştık.

Sonrasını zaten herkes biliyor… 

1977 yılında halter sporuna başlayan Naim ilk başarısını 1982'de Brezilya'da yapılan Dünya Gençler Halter Şampiyonası'nda elde etti ve bu başarılara hep bir yenileri daha eklendi durdu…Türkiye’ye olimpiyatlarda güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 
Naim Süleymanoğlu, 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda ve 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda yine muhteşem başarılara imza attı. 8 kez dünya şampiyonu oldu. 46 kez ise dünya rekoru kırdı. 1988'de dünyaca ünlü Time dergisine kapak oldu. 1992'de Uluslararası Halter Komisyonu tarafından Dünya'nın En İyi Sporcusu seçildi…

Fakat hayatına bu kadar başarılar sığdıran Naim bana göre sporu bıraktıktan sonra yeteri kadar hatırlanmadı. Hâlbuki Federasyon Başkanı olabilirdi… 2005 yılında (o zamanki çalıştığım) gazeteye gelmişti Naim, başka bir lise sınıf arkadaşımla birlikte (Günay Çetin). Seçimler vardı ve adaylığını koymak istiyordu. Sonrası yine malum…

Özetle; keşke halterin h’sini bilmeyen kişilere bile halteri sevdiren, kendisi altın madalya olan ve sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gururu olan Naim son dört gün olduğu gibi değil de, her daim, özellikle de hastalığında hatırlanıp, hak ettiği değeri görseydi.

Ancak yine her şey her zaman ki gibi seyretti. Gördük ki bir insanın değerinin bilinmesi için, ölmesi gerekli…

Kim unuttu veya unutur bilmem. Biz seni hiç unutmadık ve de unutmayacağız sevgili kardeşim, Naim. Cennet mekânın olsun. Nur içinde yat.