Bir büyüğümün askerlik yıllarında bana bir nasihati olmuştu bu söz. “Bunu aklından çıkarma” dercesine söylenmişti lakin kalbimde bu sözün yer etmesine izin veremezdim.

Acı ama gerçek olan bu söz, günümüz insanlarının düşünce yapısını özetleyen cinsten. Paranın olmadığı yerde mutluluğu muhafaza etmenin imkansız olduğunu düşünenler bu düşüncelerinde yanılgıya düşerler.

Nedense insanlar varlığa sabretmenin yokluğa sabretmekten daha zor daha çetin bir imtihan olduğunu başlarına gelmeden anlayamıyor. Öyle ya, gerçekten insanların çoğu varlık içerisinde şımarır ve azar. Mutsuzluklar ve huzursuzluklar da yokluktan ziyade çokluktan gelir.

Boşanma oranlarının en yüksek oranda görüldüğü ülkeler sıralamasında orta ve yüksek gelirli ülkeler başı çekmektedir. Son yıllarda yapılan bir araştırma sonucunda boşanmaların ilk 10 sebebi arasında "para" ya da paraya bağlı "maddi geçimsizlik" boşanma sebebi olarak yer almıyor.

Daha kötü olan şeyse, nefsinde, eşya ve paraya karşı biraz zayıflık bulunanlar biraz fazla gelir etmeye başladıklarında kişilik ve düşünce yapıları da değişmeye başlıyor. Para, maddi ve manevi anlamda insana güç kazandırmaktan ziyade kontrolünü sağlayamayacak bir güçle insanı baş başa bırakıyor.

Evlilikte en büyük problemlerin başında gelen "senin paran", "benim param" diye başlayan sözlerin havada uçuşuyor olması. Para, yuvayı ayakta tutan esas dinamiklerden hiç olmamıştır. Yuvayı ayakta tutan şeyler, eşlerin bu zorlu hayat serüveninde birbirinden kaynaklanan ya da dışarıdan yansıyan zorluklar, sıkıntılar karşısında hoşgörülü ve sabırlı olmalarıdır. Birbirlerinin eksik yanlarını ya da kusurlarını ayrıştırıcı, huzur bozucu ana neden olarak görmemeleridir. Birbirlerinde gördüğü bu kusurları ortaya çıkarıp bunları her başlayan tartışmanın sonunda karşı tarafı ezici-bitirici bir koz olarak kullanmak yerine eşinde gördüğü kusuru, yanlışı tamir edip onarmaya çalışmak ve çokça dua etmek gerekir.

Temel anlamıyla "aile" kavramı yerini "birliktelik" kavramına bıraktı. Birbirlerine sevgi ve saygı bağlarıyla bağlı olan; aynı inanç, aynı düşünce ve aynı duyguları paylaşan; kendilerine düşen görevleri yerine getiren bireylerden oluşan aileler, huzurlu bir yuvanın anahtarına da sahiptirler.

Yaşlı bir dedemizle sohbet ederken, vefat eden eşinden konu açıldığında hüzünlü bir yüz ifadesiyle eşinin gönlünde ettiği yeri şu kısa cümleyle ifade etti:

"Ben yaşlanmaya o gidince başladım. O bu hayattan gidince yaşlandığımı hissetmeye başladım."

Bu yaşlı dedemiz ve eşinin birbirlerine olan bağlılığı adeta et ve kemik gibi birbirine geçmişçesine, sabır ipiyle ve sadakatin varlığını gönüllerine hapsedermişcesineydi.

Onlar "yokluğun" adını, bir lokmada dahi olsa yiyecek bir şey bulamadıkları günlerde öğrenmişler. Her zorluğa rağmen, yiyecek bir parça dahi kuru ekmeği yokken bile sevgiye, sadakate ve sabretmeye riayet etmekten geri durmamışlar.

“İnsanlar mutluluğu eşyaların içine hapsetti. Ona sahip olamayınca üzüldüler, kaybedince de bu sefer ağladılar. Mutluluk ruh ile kazanılır, ele geçirilecek eşya ile değil. Mutluluk, canın içindedir; canın teninde değil. (Mâşuk)