Elini kır, ayağını kır, vur taşlara kafanı kır ama gönül kırma.

Gönül Çalab’ın tahtı.

Çalap gönüle baktı.

İki cihan bedbahtı.

Kim gönül yıkar ise.

Çalap yani kelime karşılığı olarak Allah, Mevla anlamlarına gelir. Bu yüzden gönül kıran kimse aynı zamanda gönül tahtının sahibi olan Hakk’a isyana kalkışmış sayılır.

Peygamberimiz (sav); mübârek elleri ile Kâbe’yi göstererek;

“Ey Kâbe, sen Allah’ın evisin. Sen mübâreksin fakat bir Müslüman, bir mü’minin kalbini kırsa 70 defa seni yıkmaktan daha büyük günaha girer” buyuruyor.

Gönül tahtının tek sahibi Allah'tır (cc). Öyleyse bir müminin gönlünü kırmak, kırılan gönlün sahibini de incitecek. Kulunun kalbini kıranın düşmanı Allah'tır. Bu nedenle bir gönül yıkmak, Kâbe'yi yıkmaktan daha tehlikelidir. Bir gönül yapmaksa Kâbe’yi yeniden inşa etmekten daha faziletli görülmüştür.

Kâbe’yi, Halil İbrahim Peygamber taş ile inşa etmiştir. Ona “Beyt-i Halilî Dostun Yaptığı Ev” denir. Mümindeki gönül Kâbe’sini ise Yüce Allah nurlandırmış, aşk ve sevgisiyle donatmıştır. Ona da “Beyt-i Celilî: Yüce Allah’ın Yaptığı Ev” denir.

Mevlana, bu tanımı şu şekil anlatmıştır:

“Kâbe, Azer’in oğlu Halil İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise yüce Allah’ın nazargâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin Kâbe yıkmaktan daha kötüdür.”

Allahü teâlâ, Peygamberinin ağzından şöyle buyurdu:

— Ben, yere ve göğe sığmadım. Fakat mü’min kulumun kalbine sığdım. Yani, tecelli ile onun gönlüne sığdım demektir.

Nizâmeddîn Evliyâ hazretleri;

“Kalb kırmak, Allahü teâlânın lütfunu incitmektir. Neye uğrarsa uğrasın, sâlih kimse, asla kimseye kötü söylememeli ve lânet etmemelidir. İnsanların kabahatlerini açıklamamalıdır” buyurmuştur.

YETER Kİ KALBİ KIRILMASIN

Bir hükümdarın pek çok cariyeleri vardı. İçlerinde pek güzel dilberler bulunmasına rağmen, siyah bir cariyeye daha fazla alaka ve sevgi gösterirdi. Diğerlerinin bunu çekemediğini fark eden padişah, bir gün kendilerine üzeri mücevheratla süslü birer kristal bardak vermişti. Manevi değeri yanında maddi kıymeti de pek yüksek olan bu bardakları ellerinde tutan cariyeler, hayranlıkla bakarlarken padişah:

-Herkes elindeki bardağı yere vurup kırsın, demişti. Güzel cariyeler hediyelerini sinelerine bastırarak:

-Efendimizin bu kadar değerli bir hediyesini nasıl kırabiliriz dediler. Siyah cariye ise padişahın emrini, hiç tereddüt etmeden ve vakit kaybetmeden yerine getirdi. Bardak yere çarpılmış ve paramparça olmuştu. Padişah siyah cariyeye hitaben:

-Diğer cariyelerim bu kadar kıymetli bardağı kıramadıkları halde sen neden kırdın dedi.

Siyah cariyenin verdiği cevap ise çok takdire şayandı:

-Bana efendimin kalbi lazım, kadehin ne kıymeti olabilir. Yeter ki onun kalbi kırılmasın!

Hükümdar, bu cevabın içerisinde diğerlerine gereken dersi vermiş bulunuyordu.

Yüzü güzel fakat özü çirkin bir kadın, kocasının kalbini kırmaya devam ettikçe, kalpte açtığı yaraya güzellik olamaz.