Namaz, oruç, zekat gibi ibadetler hep şahsı ilgilendiren dini vecibeler ve amellerdir. Kişilerin farz vacip ya da nafile ibadetleri yerine getirmesinden ötürü kendi nefsinde bir büyüklük ya da diğer insanların nazarında ayırt edici bir üstünlüğe sahip olduğunu düşünmesi çok tehlikelidir. Kişinin bu amellerden ötürü insanlara karşı riya ve gösteriş içinde olmasa bile nefsiyle bu kadar fazla ibadeti yapıyor olmaktan ötürü olsun kendisiyle övünç duyması, bal yemek için bal kovanına kolunu sokup bal yemek isteyen kişinin durumuna benzetilir. Bu şekilde bir yanlışa düşerek ibadetin ve amellerin üzerindeki örtü olan ihlas örtüsünü kaldırıp yok etmiş sayılır. Allah’a karşı kullukta yükselmek, yakınlaşmak baldan daha tatlıdır fakat ibadetleri bu düşüncelerle kirletmek gerçek manada Müslümanlığın yaşayış inanışına yakışmayan davranış ve düşüncelerdir.

Maalesef günümüzde Müslümanlık yaşayıştan çok cevizin özüne inmeden sadece kabuğunda yaşanıyor. İslam yaşanılarak öğrenilmiyor tersine okuyarak, görerek (taklidi) yaşanılıyor, iyice özümseyip hazmetmeden yaşamaya çalışıyoruz onu. Günümüzün insanının muhakkak surette bir kere en azından ‘olmaya’ ihtiyacı var yani cevizin özüne inip İslam’ı yaşamaya ihtiyacı var. Güzel bir fıkra anlatılır bununla ilgili.

Yeniçeri’nin biri evde karısıyla kavga etmiş. O hışımla dışarıya çıkmış. Bakmış, senelerdir komşusu olan bir Rum yoldan geçiyor. “Gel buraya!” demiş, yere yatırmış, palasını çıkarıp boğazına dayamış, “Çabuk Müslüman ol” demiş… “N’aptım ben şimdi kuzum” diye soran Rum korkuyla, “Hadi öyleyse, söyle nasıl olacağımı olalım…” demiş. O zaman Yeniçeri adamın göğsünden ayağını kaldırmış, palasını da yerine sokmuş; bıyıklarını burarak, “Ya ben de bilmiyorum, gel, hocaya bir soralım” demiş…

Her şeyin özüdür "sevgi". İçinde sevgi olmadan yapılan her şey yavandır, tat vermez insanın diline, işlemez gönül tenine… Allah’a olan kulluk da böyle olmalı, seversen eğer kul olmayı sadece kul olarak kalmazsın, öyle bir seviyeye gelirsin ki içindeki o sevgi seni yükseltir yükseltir ve sonunda içinde ne senden bir şey kalır ne de dünyadan bir şeyler, sadece Rabbine itaat konusunda büyük bir sevgi bağı kalır. Dünyaya dair bütün arzuların senden alınır ve en sonunda sadece Allah’ın rızasını düşünecek konuma getirirler seni.

Cübbe sarık Peygamberimiz’in (sav) sünneti ve meleklerin nişanesidir fakat bir Müslüman İslam’ın akidelerini yerine getirmek konusunda cübbe ve sarıktan daha öte geçemeyip İslam’ı yaşamayı yaşayışına aktaramamışsa, uyduramamışsa yolunu bulamayıp taşan bir su gibi ekinleri sulamaya çalışırken tersine bahçedeki mahsulün zarar görmesine sebep olur.

Dolu dolu yaşa... Ama İslamı dolu dolu yaşayarak öğren, okuyarak değil. Böylelikle taklidi imandan tahkiki imana doğru seyri süluk (yolculuk) etmiş olursun.

Peki, bu muydu bizden istenen kulluk? Hiç durmadan ibadet edip Allah'ın huzurundan ayrılmamak mıydı? Ümmetin derdi sıkıntısı ne olacaktı? Kısacası… İbadetlerimiz kalıptan öte geçemedi.