Darbenin bastırılmasından sonra, sosyal medyada Fethullah Gülen’ le siyasilerin, ilim adamlarının, yazarların çekilmiş resimleri paylaşılıyor ve bu resimler karşı tarafa göndermeler yapmak için kullanılıyor.
Bu haklı bir paylaşım mı?
Fethullah Gülen hareketi ilk başlarda, dini karakterli bir hareket olarak görünmedi..
Dünyanın her yerinde Türkçe öğreten okullar açan, bu okullarda yetişen çocuklara Türkiye’ de tertip edilen Türkçe Olimpiyatları’nda şarkılar söyleten, her sene Türkiye Yazarlar Vakfı’nın tertip ettiği toplantılarda dünya meselelerinin her görüşteki düşünür tarafından tartışılmasını sağlayan bir sivil toplum örgütü gibi görülürdü.
Politikacı, sivil toplum örgütlerinin desteğini kazanmaya çalışır. Bizim zamanımızda, talebe cemiyetleri, Türkiye Milli Talebe Federasyonu, Türkiye Milli Türk Talebe Birliği, Türkiye Milli Gençlik Teşkilâtı, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Ankara Üniversitesi Talebe Birliği ve fikir ocakları gibi gençlik teşekkülleri önemsenirdi, yıllar elliliydi.
Altmışlı yıllarda, sendikalar ve esnaf dernekleri önemsenmeye başlanıldı.
Bir aralık Dev-Gençler, Dev-Koplar ,Hür- Gençler Hür-Koplar kuruldu, yetmişli yıllardı o zamanlar.
Bugünün politikacılarından yaşı seksene yaklaşan kim varsa ,O’nun bu sivil toplum örgütleriyle merhabası  vardır.
Bu sebeple, Fethullah Gülenle Demirel’in de, Ecevit’ inde, bugünkü iktidar ve muhalefetin tanınmış ve yaşı yetmişi aşmış isimlerinin de resimlerini bulursunuz.
Politikacı için bunlar bir suçlama vesilesi değildir.
Boşanan, boşanma davalarının öncesinde, devamında ve sonunda birbirlerine hakaret eden karı kocaların da, geçmişlerinde albümlerde saklanan mutluluk resimleri vardır.
Son otuz yılın bütün politikacılarının takiye kurbanı olduğunu görüyoruz.
Arşivleri karıştırırsak, Gülen’ in yanında gözyaşlarını tutamayan Bülent Arınç’ı da görürüz, Ecevit’ in sırtını sıvazlayarak,” Ahiret’te ilk şefaatçi olacağım şahıs Ecevittir” diyen Fethullah Güleni de.
Rahmetli Ecevit yurt dışına çıktığında, oralardaki Gülen okullarını Rahşan Hanımla birlikte ziyaret etmekten büyük mutluluk duyardı. Çünkü  o okulların müdürlerinin odalarına , ziyaret duyulunca alelacele bir Atatürk büstü ile bir Türk Bayrağı konulurdu.

Bir zamanlar hepimiz, bütün televizyon kanallarından naklen ve canlı yayınlan Türkçe olimpiyatlarını heyecanla seyreder,  Afrikalı, Orta Asyalı çocukların kırık Türkçeleriyle sevdiğimiz şarkıları veya türküleri söylemesini mutlulukla dinlerdik.
Hiç o olimpiyatlarda ilâhi okunduğunu, tekbir getirildiğini duydunuz mu?
Duymadığımız için, ne Evevit’ in, ne Demirel’ in, ne Bülent Arınç’ın, ne de hiçbirimizin aklına, “ Yahu! Sen kimsin, peygamber misin ki, bana şefaat edeceksin?” demek gelmedi..
Bu gelmediği gibi, imtihan sorularını çalıp, üniversiteye hak etmedikleri halde girenlere, memuriyet sınavlarında, yine aynı metotla öne geçenlere, bununla da kalmayıp hak etmedikleri halde  kılık kıyafetleri ve riyâ akan yüzlerine alâmet-i farika gibi yerleştirdikleri badem bıyıklarına aldanarak bunları  terfih ettirenlere,” Hani kul hakkı vardı. Hani Allah huzuruma kul hakkıyla gelmeyin, diğerlerini ben affederim, demişti?” demek de gelmedi.
Esas mesele burada.