Geçtiğimiz akşamların birinde hiç mi hiç kalemi kağıdı elime alasım yoktu. Dışarıda yağmur da ıslanmış eve zor atmıştım kendimi, karnımı doyurup bir fincan adaçayımı aldıktan sonra televizyon karşısına kurulmuştum yorgun bir şekilde. Kedi gibi kıvrıldığım koltukta günün tüm yorgunluğunu ve stresini atacaktım. Kumanda ile bütün kanalları gezdikten sonra ‘O ses Türkiye’ de sabitlendim. Müziği her türünü seven, imkânları doğrultusunda hiçbir konseri kaçırmayan benim tabii ki müzik ağırlıklı bir programı reddetme gibi bir alternatifim olamaz. ‘Beni benden alırsan seni sana bırakmam’ şarkısıyla yarışmaya katılan Çiğdem isimli genç bayan tüm dengemi alt-üst etti bir anda.
Jüri üyelerinin tamamının evet oyunu alan bu genç kadının tek bacağı yoktu, geçirdiği trafik kazasında kaybetmiş, 1 yıl hastane de yatmış ve tedavi süresince yanından ayrılmayan erkek arkadaşıyla evlenip bir çocuk sahibi olmuş 6 parmaklı erkek çocuk dünyaya getirmişti. Bu yaşananları 2-3 satırda anlatmakta, okumakta çok kolay tabi. Bunca travmaya rağmen hayata sıkı sıkı bağlı bir genç kadın ekran karşısında sıcacık dimdik duruyordu. En ufak bir acıtasyon hissettirmeden. Söylediği parça arabeskin dibiydi ama…
O kadar keyifle eşlik ettim ki parçaya ve en sonunda ağladım nedeni ise parçanın canımı acıtması değildi. Karşımda duran gurur verici kişilikti. Bir anda aklıma, özellikle son yıllarda birçok kişinin ezici beden dili, ifadeleri ve küçümseyen edalarıyla  ‘Ben arabesk sevmiyorum’ deme şekilleri geldi. Hani kaliteyiz ya sözde, sonradan görmüşlüğümüzle zır cahil halimizle bir de müzikle kendimizi ayrıcalıklı göstermeye çalışıyoruz ya ne diyeyim yurdum insanı.
Tarz müzik dinlediğini ifade ederek sosyal çevrelerde yer yapmaya çalışan zavallılar bence. Ağır oldu belki ama nedense çok sinirlendim, soldan soldan geldiler bana bir anda. Hepinizin özü arabesk, istediğiniz kadar reddedin. İşyerinizde arabesksiniz, ilişkilerinizde arabesksiniz, alış-verişte, tatilde arabesksiniz… Kibriniz arabesk, egonuz arabesk, küslükleriniz, dedikodularınız, yalanlarınız arabesk! Borç içinde yaşama tutunmanız arabesk, marka düşkünlüğünüz, gösteriş merakınız arabesk. Fotoğraf karelerimiz arabesk, sosyete, burjuva, entel dantel diye adlandırılan kesimler bile birkaç kadehten sonra ‘Dönülmez akşamın ufkundayım’ parçasıyla başlayıp Orhan babanın ‘Batsın bu dünya’sıyla kendilerinden geçiyorlar.
Rakı sofralarınız arabesk. Ama her şeye rağmen ‘arabesk sevmiyoruz’! Arabesk bir ülkede, arabesk bir toplumda, arabesk şartlarda, arabesk hayatlar yaşıyoruz kimse bunu inkâr edemez. Sevsen ne olur sevmesen ne olur arkadaş. Arabeski Allah’ına kadar yaşıyorsun zaten bu hayatta. Eğer ki bahsedilen arabesk acı ve basitlik ise bu ülkedeki acılar ve basitlikler anlatmakla bitmez, kimse kendini kandırmasın. Bir televizyon programı, bir şarkı, bir hayat hikâyesi belki de bana bu gece hayatımın en uzun yazısını yazdırdı. Bu ülkede yutkunduğumuz, aldandığımız öyle şeyler var ki bu bile bizi arabeskleştirmeye yetiyor. Susun, yutkunun, acı çekin. Boğazınızda takılı kalan kelimeler, cümleler sizi kıvrım kıvrım kıvrandırsın. Polyannacılığın gözünü çıkarın hatta... Ve bunca şeye rağmen kendinizi kandırmaya devam edin. Arabesk kelimesini basitlik, kalitesizlik, cahillik, varoşluk olarak görmeye de. Ama şunu unutmayın bu ülkede hepimizin hikayesi aynı!.