Bir gün herkes beş dakikalığına meşhur olacak. Bu sözü eminim siz de duydunuz. Ben bu şöhretin ölümle geleceğini düşünürdüm hep. Ama yanılmışım. İşte o ‘bir gün’ bugünmüş.

Günümüzde ‘meşhur’ olmak çok basit artık. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi tartışılır. Herkesin bireysel sergisi mahiyetinde sosyal medya hesapları, garip garip işler yapıp ilgi çekmeye çalıştığı video kanalları var. Bunlara alıştık bir nebze. Ancak hayatımıza ‘izdivaç' programlarıyla giren bir ‘reality show' gerçeği var ki asıl evlere şenlik olan kısım burada.

Belki başta çok masum ve hatta biraz matrak gelmişti bu evlilik programları. Aslında öyleydi de. Ömrünün ikinci, üçüncü, beşinci baharını yaşamak isteyen, yalnız ölmektense bir yol arkadaşı dileyen yaşlılarımıza ilaç gibi gelmişti. Biraz da keyifliydi ‘elektrik alma’ diyalogları, birbirlerini etkilemeye çalıştıkları dansları, tapu ve kadastroları.

Sonraları iş değişti ama. Geçenlerin yaşları küçülmeye, düşük bütçeli yaz dizisi kıvamında atarlı giderli arabesk laflar havada uçuşmaya başladı. Entrikaların bini bir para. Gündüz kuşağı iyice renklendi. Tabi bunu gören kurnaz yeni nesil televizyoncular durur mu, yemek programlarıyla işi iyice köpürttüler. Malum olayları, kişileri, rezillikleri herkes üç aşağı beş yukarı bilir. Gelin, kaynana, elti, görümce de katıldı bu furyaya. Bir nevi mahallemizin dedikoduları artık televizyon ekranlarında dönmeye başladı.

Bu işin buralara geleceğini Türk halkının yaratıcılığını ve ünlü olma merakını göz ardı eden televizyoncular da hayal edemedi eminim. Ama baktılar ki halk bunu seviyor. Dedikodu, hakaret, aşağılama, cehalet, kendini bilmezlik bu ülkede her zaman prim yapıyor. O zaman herkese istediğini verelim dedi aralarından bir tanesi bu televizyoncuların. Bütün programlardan seçme delileri toplayıp sözüm ona bir şeflik yarışması düzenledi. Hem artık öyle adını Türkçeleştirmekle filan da uğraşmadı. Sonra verdi odunu altına. Harika bir iş çıktı. Halk hayran, herkesin dilinde bilmem kim bilmem kime ne dedi, o ötekine ne lâf söyledi. Uzun zamandır televizyon izlemiyorum ama ben bile konuya bu kadar hakimim, düşünün.

Buraya kadar hiçbir sorun yoktu. Herkes kendince bir tavır geliştirmişti bu tarz işlere karşı. Ama önceki gün bambaşka bir şey çıktı ortaya. Hepimiz sosyal medyadan bu programdaki yarışmacılardan bir yaratığın evinde beslediği papağana yaptığı eziyeti dehşet içinde izledik. Diyalog da işin aslında perde arkasını özetler nitelikte; oldukça ünlü olan televizyoncunun adını tekrarlatmaya çalışıyordu. Niyeti ise kesinlikle bu video ile ilgi çekip ününe ün katmaktı. Olay çok tepki gördü ve emniyet devreye girdi. Tutuklandığı anda bile hâlâ primini artırmaya çalışmaktan geri durmuyordu. Ve öğrendik ki bu yaratığın daha nice suçları varmış.

Şaşırmadım. Çağımız cehalete övgü çağı. Ne kadar aptal hareketler yaparsan o denli izleniyorsun, takip ediliyorsun. Beğenilmesen bile hem de. Çünkü nefret de sevgi kadar güçlü bir duygudur. Nefret ettiğiniz halde hâlâ izlemeyi sürdürdüğünüz insanlara nefretinizle bile prim sağlıyorsunuz.

Neyi alkışladığımız önemli. Neye, kimlere ne fırsatlar verdiğimiz çok önemli. Sosyal medyada birilerinin para kazanması için sadece bir sayıdan ibaret olan insanlarız biz. “Bir tek ben miyim?” dememek lâzım. Siz orada olduğunuz için birilerine para kazandırıyorsunuz inanabiliyor musunuz? Seçici olmak lâzım, iyice ölçüp tartmak lâzım.

Velhasıl “Işık ver, karanlık dağılsın.”