70’lerin ve 80’lerin en büyük aksiyon adamlarından ülkücü hareketin örnek isimlerinden olan, PKK’nın kaynağı konumunda olan Asala Ermeni terör örgütüne en büyük darbeyi vuran ve 1996 senesinde kaza süsü verilen bir suikast sonucu Hakk’a yürüyen bir Anadolu evladı Abdullah Çatlı…

1956'da dünyaya gelen Çatlı; ortaokul yıllarında içine kapanık bir görüntü sergilemiştir, lisede sporla meşgul olmaya başlayarak judo ve karate dersleri almıştır. Lise yıllarında Ziya Gökalp, Abdurrahim Karakoç, Hüseyin Nihal Atsız gibi önemli şahsiyetlerin kitaplarını okuyarak kendinden küçüklere seminerler vermiştir. Lise bitikten sonra dünya evine giren Çatlı, eşinin beş aylık hamile olmasına rağmen eğitim aşkına ara vermeyerek tarihi değiştirmek gayesiyle ve fikirlerinin temelini atmak için Ankara’ya giderek üniversitenin yolunu tutmuştur. Hamile eşinin doğumunu haber alan Çatlı, H. Nihal Atsız’ın eserlerinden etkilenmiş olduğundan kızının adını Gökçen koymuştur. – Şuanda bildiğim İstanbul’daki bir üniversitede öğretim görevlisi olan Gökçen Çatlı da babasına sadık bir evlat olarak babasıyla ilgili kitaplar kaleme almıştır. 

Dönüm Noktası

Muhsin Başkan ile tanışması Çatlı için bir dönüm noktası olmuştur diyebiliriz. Başkan’ın ifadelerine göre Çatlı utangaç ve içine kapanık birisidir. Yolları kesişen bu iki Anadolu delikanlısı yüreklerindeki vatan aşkı ve davalarıyla milliyetçi gençlerin sevgisini kazanarak ülkücü ve milliyetçi camianın simge ve önder isimleri olurlar. Şık giyinmesiyle ve çok kitap okumasıyla tanınan Çatlı, daha sonra ise Ülkü Ocakları Derneği’nin Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun yardımcılığına ve Ankara İl Başkanlığı görevine getirilir.

12 Eylül 1980 tarihinde yapılan darbenin ardından aralarında Türkeş’in de bulunduğu bir sürü siyasi isim ve aralarında Muhsin Başkan’ın da yer aldığı pek çok ülkücü genç tutuklanmıştır. Abdullah Çatlı, işlemediği suçlardan ceza alacağını ve işkencelere maruz kalacağını öngördüğünden yurtdışına çıkarak Paris’e gitmiştir.

ÖYLE BİR DİZ ÇÖKTÜRDÜ Kİ

Türkiye’de bunlar yaşanırken 1973’ten itibaren yurtdışında asala ermeni terör örgütünün saldırıları başlamış olup bu saldırılar sonucunda çok sayıda diplomatımız şehit edilmiştir. Bu saldırılar 1984 yılına kadar devam etmiştir. Geçen süre zarfında Asala tarafından 18 öldürme, 9 öldürmeye teşebbüs, 143 bombalama olmak üzere çok sayıda eylem düzenlenmiştir. Bu eylemler üzerine ülkemiz, Asala terör örgütüne karşı aktif mücadele kararı almıştır.

Darbeden sonra görev başına gelen yönetim, MİT’in çok yüksek düzeydeki personeli aracılığıyla Paris’te bulunan Çatlı ile irtibat geçerek Çatlı’ya bu büyük vazifeyi vermişlerdir. Abdullah Çatlı, Asala operasyonlarını 3 kişiden oluşan (Çatlı ile beraber 4 kişi) ekibiyle gerçekleştirmiştir. Yürütülen 28 büyük operasyonla hem Asala önderleri ortadan kaldırılmış hem de Asala’ya destek veren Fransızlar destekten geri durmak zorunda bırakılmıştır. Franızların Asala’yı desteklemesi sonucu şu muazzam “Bana izin verin Eyfel Kulesi’nin tek bacağına C4’leri döşeyip patlatayım. Daha sonra Fransa ne dediğimizi anlayacaktır.’’ cümlesini tarihe not düşen Abdullah Çatlı’nın 3 arkadaşıyla Avrupa sokaklarını Asala’ya dar etmesiyle esarete boyun eğmemek için 40 çerisiyle Çin sarayını basan Kürşat’tan farklı olmadığı görülmüştür.

Asala’yı susturan ve Ermenilere diz çöktüren Abdullah Çatlı ile Türk’ün şerefi ayağa kalkmıştı.

Çatlı’nın ekibinden Oral Çelik’in anlattıklarına göre devlet tarafından kendilerine verilen sözler tutulmamıştır ama onlar yine de devlet için mücadeleden geri durmamışlardır.

AKSİYON DOLU YILLAR

Çatlı ve ekibi zaman zaman yaptıkları eylemlerden ötürü yabancı istihbarat örgütlerinin uyuşturucu komplolarına maruz kalmışlardır. Yapılan yargılamalar neticesinde hem Fransa’da hem de İsviçre’de cezaevinde kalmışlardır. İsviçre’deki cezaevine girmelerinin sonrasında Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde bir devlet bakanının devreye girmesiyle kurtarılmışlardır. Daha sonra dönemin dışişleri bakanı olan Mesut yılmaz da Abdullah Çatlı ve ekibi İsviçre’deyken onlarla temas kurmuştur. Oral Çelik’in sözlerine göre Çatlı, Mesut Yılmaz’ın kumar borcunu Ankara’yı arayarak bir telefonla sildirmiştir.

Daha sonra cezaevine düşmesi durumunda ise Çatlı, “Dünyada kaçılmayacak cezaevi yoktur.’’ diyerek cezaevinden kaçmayı başarmıştır. Eşinin sözlerine göreyse Çatlı, 1990’da İsviçre cezaevinden kaçırılmıştır.

Sonra ise Çatlı çok sevdiği Türkiye’ye geri dönmüştür. Geri döndüğünde ise aynı yurtdışında olduğu gibi sahte bir kimlikle bulunmaktadır. O kimlikteki adı da Mehmet Özbay’dır. Bu yıllarda İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranmasına karşın İstanbul Emniyet Müdürü ile çay içtiği yine Fenerbahçe Juventus maçını şeref tribününde izlediği bilinmektedir.

KARANLIK BİR SUİKAST

Tarihler 3 Kasım 1996’yı gösterdiğinde Türkiye büyük bir suikast ile sarsılacaktır. Dönemin Şanlıurfa milletvekili olan Sedat Bucak’a ait araçta Mehmet Özbay sahte kimliğiyle bulunan Çatlı, beraberindeki 3 kişiyle beraber (Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mv. Sedat Bucak ve Gonca Us adlı bir bayan) bulundukları aracın seyir halindeki bir kamyona çarpması sonucu vefat etmiştir.

            Susurluk’ta cereyan eden suikast ülke gündeminde uzun bir süre yer edinmiştir. Bu suikastin gizemi hâlâ çözülememiştir. Kazanın ardından dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller “Devlet için kurşun atan da yiyen de birdir.’’ diyerek görüşlerini dillendirmiştir.

YİĞİDİ ÖLDÜR HAKKINI YEME

Vatanı için en çetin görevleri kabul eden ve gözünü kırpmadan mücadele eden kahramanın 5 Kasım’daki cenaze töreninde gözler tanıdık çehreler aramıştı ama tanıdık kimse yoktu. Bütün siyasiler vatanı için Avrupa’da onca çile çeken ve Asala’yı ortadan kaldıran bu kahramanın cenazesinde yoktular fakat Türk milleti onu yalnız bırakmamıştı. Kalabalığın arasında bir tanındık isim daha vardı: o kişi; Abdullah Çatlı’nın abim dediği yol arkadaşı, can kardeşi Muhsin Başkan’dan başkası değildi.

Muhsin Başkan hüzün doluydu ve ağlamaklı bir vaziyette cenaze törenine katılmayan üstelik ona kötü imalarda bulunanlara karşı “Onun nasıl anlaşıldığı ve nasıl anlatıldığı önemli değil. Biz, Abdullah’ı tertemiz bir Anadolu çocuğu olarak tanıdık.’’ dedi ve herkes sustu… Yine sonraki yıllarda Çatlı mezarı başında anılırken meclisteki 550 milletvekiline bedel tek milletvekili olarak Muhsin Başkan yer almıştı. Abdullah Çatlı’nın annesi ise oğlunun vefatının ardından şu haklı sözleri söylemiştir: “Oğlum hayatta iken herkes susardı. Oğlum öldü, herkesin çenesi düştü. Demek ki, bütün ülkenin çenesini benim oğlum tutuyormuş.’’ Atalarımız “Yiğidi öldür hakkını yeme’’ demişlerdi. Yiğit öldürülmüştü fakat hakkı teslim edilmemişti. Biliyoruz ki, tarihin vicdanı bu hakkı fazlasıyla teslim etmiştir ve edecektir…

  • “Yakarım şu dünyayı da tek Türk’ü ezdirmem. Allah şahidim olsun, sizi bu sokaklarda rahat gezdirmem.’’
  • “Kimseyi ezmedim ezeni ezdim.’’
  • “Teröristle konuşulmaz, pazarlık yapılmaz. Kafasına sıkarsın, sevaba girersin.’’

Sözlerini sarf ederek milletimiz ve devletimiz adına büyük bir duruş ve mücadele sergileyen Çatlı ile ilgili Avrupa’daki bir duruşmasında yaşananlara binaen İtalyan savcı şunları kaydetmiştir: “Çatlı duruşma salonuna girdiğinde ortamda saygı ve korkuyla karışık tuhaf bir gerilim oldu. O zaman ona neden ‘Reis’ dendiğini anlamıştım.’’

 

                                                                                  Muhammed MUHAMMEDOĞLU                                                                                                    [email protected]