Bugün ilk defa kendime burada yazmak için çizdiğim zamansız ve kalıcı yazı yazma sınırımın dışına çıkacağım. Bu sefer güncel bir konudan hareketle ama güncelliğini maalesef hiç kaybetmeyecek bir derdimi anlatacağım. Şimdiye kadar hep yazılarımı anlayan insanlar okusun diye düşündüm, şimdi anlamayan herkes okusun istiyorum. En çok bu yazım okunsun, dilden dile konuşulsun, anlaşılsın istiyorum. Bu yazımı diğerlerinin hepsinin üstüne koyuyorum.

Derdim ne mi? Amacılık, fakatçılık, çünkücülük...

Her olayda mutlaka sebepler ve niyetler önemlidir. Ben de bir ama diyorum burada; ama kendini savunma amacı dışında insanın yaşama hakkını elinden alan herhangi bir eylem hariç. Yani öldürmenin aması olmaz.

Dinler, felsefeler, yüzyıllardır lanetlemiş cinayeti ve katilleri. Öldürmeyeceksin demiş. Hele hele cinsiyetçi sebeplerle karşındakinin kılına bile dokunamazsın. Bu kadar aşağılık, bu kadar acizce bir şey daha olamaz. Bundan daha zalim kimse olamaz.

Peki biz ne yapıyoruz bu zalimler karşısında? Diyoruz ki; mazlumun da o saatte orada ne işi varmış, o da onu neden giymiş, madem rahatsızmış onunla neden görüşmüş, hayatına neden sokmuş, ama o da kaşınmış, ama öyle de olmazmış, ya onunmuş ya kara toprağınmış. -Edilen küfürlerin sansürlendiği kadar bence Türk filmlerindeki bu cümle de sansürlenmeli. Zihnimize yerleşmiş bu ilkel tutum değişmeli.-

Bütün bu gerekçeleriniz yerin dibine batsın. Toplumun gözünde öldüren öldürülenden daha haklı ve kabul edilebilir sanki. Sırf cinsiyeti sebebiyle karşı cinsin zulmüne uğrayan bu mazlumların gözümüzde hiç değeri yok. Aşka, sevgiye saygımızdan mı peki bu durum? Kesinlikle hayır. Çünkü aynı linç birbirini seven iki insana karşı da sürdürülüyor evlenmedikleri müddetçe. Sebebi yıllarca beynimize beynimize itile kakıla sokulan o “Ya benimsin ya kara toprağın.” anlayışı.

Benim örneklemim Vatan Şaşmaz oldu. Toplum, öldürülen bir adamın arkasından aksi olduğunu iddia eden onca insana rağmen tutku cinayetine kurban giden birini değil de katilini haklı göstermek için bir imeceye girişti. Her yerde arayıp da bulamadığımız o toplumsal ruh bir katili aklamak için diriliverdi. Dişlerinden akan kanla başladı konuşmaya; o da otele niye gitmiş, hâlâ o kadınla neden görüşüyormuş, eskiden aşk da yaşamış, kadının odadaki giyimi ne haldeymiş... Yazarken ben utanıyorum, söylemeye o aşağılık yaratıklar utanmadı. Bütün bu tavizlerin karşılığı tabii ki ölüm olmalı çünkü.

Çünkü vahşetten besleniyoruz. Çünkü sevmek diye bir şey uydurmuşuz içinde hiç sevgi barındırmayan... Onu dilimize dolayıp “sevdiyse yapar, kıskandım öldürdüm, benden ayrılacaktı, kabul edemedim, kadın dediğin, erkek dediğin” diye zırvalaya zırvalaya bir cinayeti bile meşrulaştırabiliyoruz. Yazık aklımıza, vicdanımıza, insanlığımıza... Yazık zulmü alkışlayan ellerimize... Zalimi savunan dillerimize. Hepsinin bu aşağılık bedeni terk edip toprak olmak için dualar ettiğine eminim. İnandığımız o hesap gününde bizlere lanetler okuyacağına eminim.

O, o saatte, oraya da gider buraya da. Şunu da giyer bunu da. Onunla da konuşur bununla da. İstediğiyle ilişki de yaşar ayrılır da. Ve bunların hiçbirinin karşılığı ölüm olamaz. O, bir kadın da olabilir bir erkek de. Ya da kendini ne hissediyorsa... Bir başka cins onu sevdiği için mağdur edecek hiçbir şey yapamaz. Hele hele bir kelebek kanadı kadar kırılgan ve güzel yaşamını elinden alamaz. Zalimlerle değil de mazlumlarla empati yapacağımız bir dünya hasretiyle sabır diliyorum.