Uzun süre devam eden düzen ve huzur rahatsız eder beni bir süre sonra. Genlerimize işlenmiş “Çok gülme, çok ağlarsın.” fikrinden gelir bu korku belki de. Ya da mutsuzların, huzursuzların âhı biner tepemize.

Hayat, gözümüzde sanki verdiği her şeyin karşılığını alan bir bakkaldır.

Hem de hilesi hurdası ile satandır.

Bir yerden bir şey alınca hele de aldığınız mal aslında olması gerektiği gibi iyi çıkınca sebepsiz seviniriz ya aynen öyle.  Çünkü alışmışız kandırılmaya, aldatılmaya, kazıklanmaya. Pirincin içinden taş çıkmasına, sütün içine su karıştırılmasına, domatesin çürüklerinin torbamıza atılmasına… Aksi olup da kaliteli bir şeyle karşılaşınca da mutlaka bir bit yeniği arıyoruz.

İşkilleniyoruz, huylanıyoruz, huzursuzlanıyoruz.

En iyi ihtimal minnetle yerlere kadar eğip başımızı ‘hakkımızı’ verdikleri için şükrediyoruz. İşte bunlar hep kadercilik. Bunlar hep ‘acıların çocuğu’ olmamızdan.

Hâl böyle olunca da her şey yolunda giderken o bit yine ince ince kemirmeye başlıyor huzurumuzu, neşemizi. Mutlu olmaya alışık değiliz çünkü. Huzurun fazlası korkutuyor bizi. Kültürümüz bununla besleniyor çünkü; şükürcülük. Kötünün iyisine tav olmacılık. Allah başka dert vermesincilik. Benden beterleri de varcılık…

Dünya, mutlu olmayı yaşamanın amacı ve sebebi olarak görürken biz iç güveyisinden hallice bir ömür sürmeyi yeterli buluyoruz.

Tamam, çok büyük beklentiler içine girmeyelim. Girmeyelim ki yükseklerden düşünce kafa göz yarılmasın. Varsa bir yaşam hakkımız daha buna kâni olalım.

Bu kadarına eyvallah deyip bir sonraki hayatımızın hayaline dalalım. Varsa bir dilek hakkımız bu kez daha uyanık olup “Allahım, tüm dileklerim kabul olsun.” diyelim.

Ki ben çocukken öyle derdim. Şimdi bu hilemi yutturamayacağımı bilecek kadar büyüdüm.

Bu yüzden şükrettiğim tek şey nefesim.

Allahım, bu gök için sana teşekkürler…

Bu su için teşekkürler. Bu aldığım nefes için… Bu verdiğim soluk için… Bu atan kalbim için… Ve yeniden attığı için… Bugünüm değil, şu ânım için…

Bu gün batımı, bu ay ışığı için… Ve tüm bunları gören gözüm için teşekkürler…

Mutlu olmaktan korkmayın. Mutluluk bir ev değil, bir araba değil… Her yazımda söylüyorum ama bıkmadan yineleyeceğim… Mutluluk sandığımız şeyler değil. Şükretmemiz gereken tek şey şu an saniyelerle yarışırcasına tıklayan yüreğimiz, açılıp kapanan göz bebeklerimiz, göğüs kafesimizi büyüten ciğerlerimize dolan nefesimiz… Mutluluk asla kazandığımız paramız, harcadığımız ömrümüz değil. Mutluluk senden dışarıda, senden bağımsız değil.

Kucakladığın dalgalar, tenini ürperten rüzgâr, uğurladığın gün, âşık olduğun ay, suya vuran yakamoz, elinde olan el, seninle atan bir başka yürek, dostlarla içilen bir bardak acı çay, sevgiyle yenilen bir lokma…

Evet, üçüncü kez yazıyorum bunu; mutluluk bir kuşun kanat çırpışında…